Archive for the ‘mehmet aydın’ Category

h1

İpin ucu kimin elinde?

9 Ocak, 2007

Fethullah Gülen ve Papa

Dinlerarası Diyalog, hakkında lehte, aleyhte çok şey yazıldı çizildi. Diyalogla yapılmak istenenlere herkes kendine göre bir yorum getirdi. Dinlerarası diyaloğu farklı bir açıdan yorumlayanlardan biri de Sayın Ali Eren’dir. Sayın Eren’in yorumu şöyle:

“İpin ucu başkalarının elinde; biz de Karagöz. Onlar yazmış, biz oynuyoruz: “Diyalog ve hoşgörü” oyunu… Adamlar taa 1965’te “Diyalog, misyonerliğin yeni bir tarzıdır” diyorlardı. Anadolu bizim elimizde olduğu için, “İçimiz yanıyor” diyorlar. “Mukades vatanımız, Müslüman Türklerin istilası altındadır” demekten de çekinmiyorlar. Bize bakışları bu… Daha ne desinler? “Anlayın artık” diye kafamıza tokmakla mı vursunlar?

***

Birkaç senedir bir diyalog ve hoşgörüdür, ısrarla sürdürülüyor. Buna birkaç gün önce de şanlıurfada devam edildi. Organizesini de Zaman gazetesi ve Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yapıyor. Şimdi, “Bunda şüphelenecek ne var? Organize eden zaten belli kimseler” derseniz, ben de size “Peki bunu başlatanın kim olduğunu biliyor musunuz?” diye sorarım. (Kim olduğunu aşağıda okuyacaksınız.) Hem de bir işi kimin yaptığına değil, yapılan işe bakmak gerekir.

Fethullah Hoca, 1998 başında Vatikan’da Papa’yla görüştü. Bu görüşme, halkın da, meclisin de istemediği bay Demirel’in tasvibi ve tasdikiyle olmuştu. İşin içinde Demirel olduğu için içim almıyor, biiir… Ecevit’in Fethullah Gülen hakkındaki tavrı da midemi bulandırıyor, bu da ikii… Eğer Ecevit bir işe iyi gözle bakıyorsa ben orada şüpheye düşerim. Doğru mu, yanlış mı görelim:

***

Türkiye’den Papa’yla görüşmesi icab eden birisi varsa, bu sadece Diyanet İşleri Başkanı olmalıydı, niye Fethullah Hoca gitti? Müftü değil, imam değil, vaiz değil, müezzin bile değil. Yani hiçbir resmî hüviyeti yok. Buna rağmen kendisiyle görüşülmesi oldukça zor olan, ve değme resmî insanın 6 ayda bile kolay kolay görüşemediği Papa’yla rahatça görüşebiliyor; hayret. Bunda bir anormallik yok mu?

Bir hayret daha: kendisini orada Türkiye’nin büyükleçisi karşılıyor! Mesela, bir vilayete giden başbakanı oranın valisi karşılar. Ama aynı vali, başbakanın bulunduğu yere gitse, başbakan onu karşılamaz. Çünkü alt makamdakiler daima üst makamdakileri karşılar. Fethullah Hoca, T.C. nezdinde, büyükelçiden daha üst bir makamda mı ki, onu büyükelçi karşılamıştır?

Soru iki: Fethullah Hoca’yı Papa’yla görüştürenler, İslam dininin hayrına bir şey için mi görüştürmüşlerdir?

Geçelim ve Fethullah Hoca’nın Papa’ya hitabına bakalım lütfen:

“Papa cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.”

(10 Şubat 1998, Zaman)

Demek ki Dinlerarası Diyalog denilen çalışmayı kim başlatmış? Papa! Veee, Fethullah Hoca “Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere” orada bulunuyormuş! Dikkat, dikkaaat! İslam misyonunun bir parçası olarak değil, Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olarak… Ne demek bu beyler, ne demek? O Papa ki, bir taraftan dinlerarası hoşgörü turları atarken, diğer taraftan bizi içimizden vuruyor. Nasıl vuruyor bakın: Hristiyan teoloji uzmanı Aytunç Altındal’ın açıkladığına göre Papa, 1998’de Fethullah Hoca’yla görüşmesinden sonraki günlerde, dünyadan iki kişiyi gizli kardinal tayin etti. Bu gizli kardinaller başka bir dinin mensuplarından seçildi. Yapılan araştırmaya göre, bu gizli kardinallerden birisi İslam dünyasında “alim” olarak bilinen birisidir. Bu gizli kardinal, mensup olduğu dinin veya mezhebin batıl olduğunu, gerçek dinin Hıristiyanlığın Katolik yorumu olduğunu ilan eder ve bağlılarıyla birlikte bu dine geçer.

(7 Mart 1998, Akit)

***

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın uğruna yanıp tutuştuğu diyalog toplantılarında hep komisyon başkanlığına getirilen ve “Ben yurt dışına gittiğim zaman sık sık kiliselere gidiyorum; çok da lezzet ve zevk alıyorum” diyen 9 Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Mehmet Aydın,98 Ekim’inde diyordu ki:

“Efendim, diyalog ve hoşgörü devam edecekse, Hıristiyanlarla konuşurken sizin kitabınız bozulmuş, sonradan değiştirilmiş; en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.”

Demek ki, diyalog ve hoşgörü uğruna kendi Dininizin, Kitabınızın ve Peygamberinizin hak ve en son olduğunu söylememeniz gerekiyormuş. İşte diyalog ve hoşgörü dediklerinin en kısa tarifi bu sayın okuyucular. Buna itirazınız var mı, ismini ve unvanını zikrettiğim sayın beyler? Sayın Mustafa Başoğlu buna tahammül edemedi ve itiraz etti. Etti, ama ettiğiyle kaldı. Ne yazık ki oradaki belki de 100 kişilik Diyanet ve İlahiyat kadrosundan tek bir kişi “Evet, Mustafa bey haklı” demedi…

***

Ne yapılmak isteniyor? Aman diyalog kesilmesin diye “Dinimizin, Kitabımızın ve Peygamberimizin hak ve en son olduğunu” söylemeyecek-söyleyemeyeceksek olmasın bu diyalog canım… Şu “İbrahimî din” ifadesi de ne demek oluyor, sayın organizetörler? Size göre farz üstü farz olduğu için, bozulmasından korktuğunuz diyalog aşkına sizin söyleyemediğiniz şeyi bari ben söyleyeyim: Aslını, özünü, orjinalliğini kaybetmiş olan dinler, Hz. İbrahim (a.s.)’ın dini olamaz. Onun dini tek çeşittir. Allah da ancak onu din olarak kabul eder. O bakımdan “İbrahimî dinler” olamaz; “İbrahimî din” olur. O da sadece ve sadece İslam’dır.Birleşilecekse, İslam’da birleşilmelidir! Cevabınız varsa söyleyin; yoksa diyalogla neyi zorluyorsunuz, neyin peşindesiniz onu söyleyin…”

(Ali Eren, 17 Nisan 2000, Akit)

h1

Dinler Arası Hoşgörü Tuzağı

21 Aralık, 2006

Dinler Arası Diyalog ve Hoşgörü

Vatikan, Batı’da daha uzun süre ayakta kalamayacağını anlayınca, Müslümanların, dağınıklığından, kimsesizliğinden, fakirliğinden istifade etmek için Doğu’ya yöneldi. Müslüman ülkelerinde Hıristiyanlaştırma çalışmasını başlattı.Bunu iki safhada yapmayı planlıyorlar. Önce, çeşitli baskılarla, entrikalarla, ithamlarla Müslümanları sindirmek ve saha dışına itmek. Sonra da bu boşluğu doldurmak.Bu maksatla, soğuk savaşın sona ermesinden “Kızıl tehlike”nin bertaraf edilmesinden sonra, “Yeşil tehlike!”yi ortaya attılar. Ve en büyük stratejilerini “İslam fundamentalizmi” olarak adlandırdıkları ve terörle özdeşleştirerek İslam dünyasını mahkum etmeye karar verdiler.

Daha sonra da, “İslam’ı protestanlaştırmaya”, yani İslamı emir ve yasakları olmayan, felsefi ahlakı bir sistem haline getirerek dünyaya, hayata ilişkin entelektüel, siyasi, ekonomik, kültürel taleplerini iptal etmeye çalışmak. Yani İslamın içini boşaltmak. Bunun için de en etkili yol olan, temel fıkıh kitaplarını; âlimleri, mezhepleri bertaraf etmek.

Hıristiyanlaştırmada takip ettikleri yol da “Diyalog” projesi. Projeyi ortaya atan Vatikan. Asırlardır Müslümanlara karşı en ufak bir müsamahası, hoşgörüsü olmayan Vatikan’ın bu girişiminden iyi niyet beklenebilir mi? Sözde diyalogla orta yolu bulacaklar. İki ayrı dinde orta yol nasıl bulunacak? Her iki din de %50 taviz verecek, inançlarından feragat edecek böylece ortak noktada buluşulacak! Bir dinin yarısı giderse geri kalana din denir mi? Yok diyalogtan maksadımız, iyi ilişkiler, iyi komşuluklar deniyorsa o zaten asırlardır var; mesela İstanbul’da asırlardır Müslüman, Hıristiyan, Yahudi yanyana yaşamışlar. Kimse kimsenin ibadetine, yaşayışına karışmamış. Diyalogun âlası uygulanmış. Bunların diyalogtan maksatları başka.

Nitekim, diyalogun mimarlarından olan diyalog toplantılarında hep komisyon başkanlığına getirilen bir ilahiyat profesörü “Ben yurt dışına gittiğim zaman sık sık Kiliselere gidiyorum; çok da lezzet ve zevk alıyorum” diyor.

Aynı Prof. diyalog konusunda da, “Efendim, diyalog ve hoşgörü devam edecekse, Hıristiyanlarla konuşurken sizin kitabınız bozulmuş, sonradan değiştirilmiş; en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.” diyor.

Yine diyalogcular, “Sadece,’La ilahe illallah’ demeyi, ‘Muhammederresulullah’ dememeyi telkin ediyorlar.”

Bu sözler diyaloğun gerçek amacını göstermede ip uçları veriyor: Demek ki, diyalog ve hoşgörü uğruna kendi Dinimizin, Kitabımızın ve Peygamberimizin hak ve en son olduğunu söylememeniz gerekiyormuş. İşte diyalog ve hoşgörü dediklerinin en kısa tarifi bu.
Artık görevler de değişti herhalde. Din adamları dini savunmayınca dini savunmak başkalarına kaldı. Nitekim, Türkiye Sağlık-İş Sendikası Başkanı Sayın Mustafa Başoğlu diyalog toplantısında tahammül edemeyip, “Ben burada öyle şeyler dinledim ki, bana öğretilen dine uymuyor. ‘Son hak din İslâm demeyeceksiniz’ ne demek? Son hak din İslâmsa, Kur’an öyle diyorsa, öyledir. Diyalog isteniyorsa öyle konuşmayacaksınız olmaz böyle şey” demek zorunda kalmıştır.

İki dinin temsilcilerinin konuşmaları da, diyalogun maksadının, iyi ilişkiler, iyi komşuluklar olmadığını göstermektedir. Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, Papa’yla görüşmesinden sonra, “ Diyalog iki dinin kurumları arasında bir tür ‘diplomatik ilişkiler’le sınırlı mı olacaktı, yoksa, ilahiyat (teoloji) alanında da ‘diyalog’ geliştirilecek mi?” sorusuna, “İlahiyat alanında da diyalog kurulacak. İslam ve Katolik ilahiyatçılar karşılıklı çalışmalar yapacaklar… “ cevabını vermiştir. (T. Akyol – Milliyet- 17.6.2000)

Aynı soruyu, Sayın Yılmaz’dan sonra Başkanlık koltuğuna oturan Sayın Ali Bardakoğlu’na, Armada otelinde düzenlenen, “Türkiye ve Avrupa’da Din, Devlet ve Toplum- Dinlerarası Barışçı bir Ortak Yaşam için Olanaklar ve Engeller” konulu konferansta ayak üstü sordum. Net bir cevap vermedi. Oturumda sormamı istedi. Oturumda, Prof. Dr. Niyazi Öktem bu konu ile ilgili olarak şunları söyledi:

“Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın organizesi ile üç dinin mensupları olarak, I. Harran toplantısını Urfa’da yaptık. II. Harran toplantısını da, Mardin’de yapacağız. Vahiy, Tanrı, gibi konular gündeme getirilerek tartışılacak; tabular yıkılacak.”

Toplantıda Sayın Öktem’e sordum: “ Dinlerarası Diyaloğun insani boyutunu anlıyoruz. Bu önce de vardı bundan sonra da olacak. Bunun devamında ve geliştirilmesinde fayda var. Ancak diyaloğun ikinci boyutu net değil; hayli karanlık. Vahiy, Tanrı gibi konuları tartışarak nereye varmak istiyorsunuz; üç dinin dışında yeni bir din mi ortaya çıkartmak istiyorsunuz, yoksa Vatikan’ın sık sık dile getirdiği gibi, nihai birleşme Hıristiyanlıkta mı olacak?”

Tahmin edeceğiniz gibi tatmin edici bir cevap alamadım. “Savaş olmasın, barış olsun…” türünden birşeyler söyledi. Papa 2. Jean Paul da, Sen Pietro Kilisesinde, 25.6.2000 günü pazar ayininde;‘’Kilise ile diğer dinler arasındaki diyaloga evet. Ama aynı zamanda tek kurtarıcının İsa olduğunu ilan etmek gerekiyor’’ diyerek diyalog sonunda nerede birleşeceğinin adresini de vermiş oluyor.

Bütün bunlardan sonra, Vatikan’ın başlattığı “Diyalog” projesinin İslamiyet için faydalı olduğunu söyleyene kim inanır? Basiret sahibi herkes bunun Vatikan’ın sinsi bir oyunu olduğunu hemen anlıyor. Cenab-ı Hak bilerek veya bilmeyerek böyle sinsi oyunlara alet olmaktan muhafaza etsin! Alet olanları da kısa zamanda kurtarsın!

h1

Diyalog ve emri maruf – nehyi münker…

9 Aralık, 2006

Prof.Dr. Mehmet Aydın

İslâmiyette, iyilikleri yayıp, kötülüklere mani olmanın önemi büyüktür. İslâmiyeti ayakta tutan budur. Din-i islâmın temeli, imânı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, islâmiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, müslümânlara “Emr-i ma’rûf” yapmağı emrediyor. Yani, benim emirlerimi bildiriniz, öğretiniz diyor ve “Nehy-i anilmünker”i emrediyor. Yani, yasak ettiğim haramları bildiriniz ve yapılmasına râzı olmayınız, diyor.

Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu.” (Ali imran-110)

“Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman-17)

Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki.

“Büyüğünü saymıyan, küçüğüne merhamet etmiyen, emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunmıyanlar bizden değildir.” (Tirmizî)

“Bütün ibâdetlere verilen sevap, Allah yolunda gazâya verilen sevâba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazânın sevâbı da, emr-i ma’rûf ve nehy-i anilmünker sevâbı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir” . (Deylemî)

“Allahü teâlâ, bir meleğe, bir kasabanın altını üstüne getirmesini emreder. O melek, bu kasabada hiç günah işlemiyen bir zatın da olduğunu, o zatı kurtarıp kurtarmıyacağını suâl edince, Cenab-ı Hak, “Bütün şehir halkı ile onu da alt üst et! Çünkü o zat, bana isyan edenlere karşı yüzünü ekşitmemiştir” buyurdu.” (Beyhekî)

“Birbirinize müslümânlığı öğretiniz. Emr-i ma’rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve düâlarınızı kabûl etmez”. (Bezzar)

İslamiyet günümüze kadar, emri maruf sebebiyle gelmiştir. Bir din öğretilmezse, öğreten bulunmazsa yok olmaya mahkumdur.
Vatikan bunun üzerinde çok duruyor. “Diyolag” vasıtasıyla emr-i marufu yok etmek istiyor. İnsan kendi dinini niçin yaymaya çalışır? Kendi dininin doğru, diğerlerinin yanlış olduğuna inandığı için. Diğer dinler de doğru kabul edilirse, o zaman niçin kendi dinini yaymaya çalışsın?

Görüldüğü gibi Peygamberimiz emri maruf yapın, İslamiyeti yayın diyor. Diyalogcular yayamazsınız, diyorlar. Hatta İslamiyeti yaymaya çalışanları dinsizlikle suçluyorlar.

II. Din Şurasında, yaptığı konuşmada Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı Prof.Dr. Mehmet Aydın bununla ilgili bakınız ne diyor:

“Bazı Müslüman kardeşlerimiz diyor ki, yahu bir fırsat düştü. Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara. Allah belki hidayetini gösterir… Yani adam aslında Müslümanlaştırmak için gelmiş… İşin ucunda din değişitirmek bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa, açıkcası bu bir din mensubuna yapılacak en dinsizce bir harekettir. Dinsizce diyorum, çünkü bunu hiç bir din kabul etmez.”

(II.Din Şurası tebliğ ve Müzakereleri, C.2, S.322)