Archive for the ‘video’ Category

h1

Nihat Genç, Fethullah Gülen’e Esti, Gürledi!

11 Nisan, 2008

Nihat Genç bu hafta da esti gürledi. Genç’in bu haftaki hedefi Gülen ve Nur cemaati idi: ‘Terbiyesiz, Allahsız!’

Skytürk adlı televizyon kanalında her hafta gündemdeki konulara değinen ve sert üslubuyla dikkat çeken Nihat Genç bu hafta da zehir zemberek açıklamalar yaptı. İşte Genç’in bu haftaki açıklamalarından öne çıkanlar.

Avrupa’da Fethulah Hoca’nın dergilerinde Kelime-i Şehadet’in ‘Lailahe İlallah’ şeklinde kısaltılarak kullanıldığını iddia eden Nihat Genç, Fethullah Hoca’yı sert bir şekilde eleştirdi. Genç, tamamı ‘Eşhedüenla İlaheİllallah Eşhedü Enne Muhammeden Abduhü ve Rasuluhu’ olan Kelime-i Şehadet’in son kısmının Gülen cemaati tarafından kullanılmayarak dinler arası diyaloğa feda edildiğini iddia etti ve şu sözleri sarfetti:

“Bu insanlar Avrupa ve Amerika’nın karşısında kelime-i şehadeti söylemeyecek kadar korkak, pısırık, dinlerinden vazgeçen insanlardır. Amerika’da, Bush’un yanında bunları söyleyemiyorsunuz! Kalksın bunu Fethulah Hoca söylesin, Amerika’da söylesin! Terbiyesiz, korkak insanlar!”

(kaynak: habervakti.com 18.02.2008)

h1

“Hem müslüman hem hıristiyanım!”

20 Ocak, 2007

“Diyalogdan Düğüne” başlıklı Zaman Gazetesinin Haberi-http://arsiv.zaman.com.tr/2000/04/15/guncel/2.html

Önce size merhum Nasreddin hocadan bir fıkra anlatayım: Hoca’nın devrinde bir ara asayiş sebebiyle, bıçak, kama vb. şeyleri taşımak yasaklanmış. Mutat aramalarda müderris olan Hoca’nın üzerinde kocaman bir kılıç bulunur.Subaşı, Hoca’ya sorar,

”Hoca bu nedir?”

“Bu tashih bıçağıdır.Yazılardaki yanlışlıkları bununla kazıyorum.”

“Hocam, bu nasıl tashih bıçağıdır, bizim bildiğimiz o küçücük bir şeydir. Seninki yarım metre boyunda? “

“Dediğiniz doğru, eskiden kafi geliyordu, fakat şimdi bildiğiniz gibi değil, öyle hatalar, yanlışlıklar yapılıyor ki, kazımakda bu bile az geliyor.”

***

Şimdi de gazetelerde yayınlanan bir haberi vermek istiyorum:

“Diyalogdan Düğüne”-Haber Arşivi:http://arsiv.zaman.com.tr/2000/04/15/guncel/2.html

“Lester Kurtz ve Mariam (Meryem) Kurtz, Dinlerarası Diyalog toplantısının en ilginç konuklarıydı. Biri Teksas’tan yani Amerikalı, diğeri Darussalem yani Tanzanya’dan. Biri metodist protestan bir ailede büyüyüp Quaker (tarikat üyesi)olarak hayatını sürdürüyor, diğeri ise Müslüman. Biri Teksas Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü, diğeri ise gazeteci. Afrika’da katıldıkları bir konferansta tanışıp evlenmeye karar vermişler. Amerika’ya yerleşip resmi nikahlarını yapmışlar ve tam bir yıldır dini nikah kıymak için beklemişler. İşte bu bekleyiş, nihayet Urfa’da son buldu.

Haham, papaz ve müftünün huzurunda kendisini Kelime-i şehadet getirerek ‘hem Hıristiyan, hem de Müslüman’ ilan eden ve aynen çifte vatandaşlıkta olduğu gibi çifte dinli olmak istediğini ve Meryem ile evlenerek geçmişinde sahip olduğu Hıristiyan kültürle İslam kültürünü meczetmek istediğini belirten Lester, ‘ İslamiyet’in güzellikleri ile geçmişimdeki Hıristiyanlıktan kaynaklanan güzellikler arasında bir tezat görmüyorum ve iki dinin güzelliklerini İbrahim Peygamber’in mekanında Musevi dostlarımın da duaları ile Meryem’le birlikte dini nikah kıyarak sürdürmek istiyorum’ dedi.

Gözleri dolu bir biçimde bu anı beklediğini belirten Meryem ise, Lester’in geçen yıl bir ay oruç tuttuğunu, Ramazan boyunca beş vakit namaz kıldığını, birlikte Hıristiyan bayramlarını da kutladıklarını; fakat İslami usullerle nikah kıymayı hep arzuladıklarını vurguladı. Üç dinin duaları ile salevatlar eşliğinde gerçekleşen nikah merasimi, katılımcıları derin ve anlamlı düşüncelere sevk etti. Bu evlilik, diyaloğun bir göstergesi olarak algılandı.”

(15 Nisan 2000 Cumartesi-Zaman Gazetesi)

Gel de şimdi Hoca’nın fıkrasını hatırlama. Fakat, olaydaki yanlışlıkları Hoca’nın kılıcı da düzeltecek gibi değil… Çünkü, diyalogun neticesi, meyvesi olarak takdim edilen olay, tamamen gayri İslami… Yapılanı izah etmeye kalksam günler sürer. Zaten lüzum da yok; her Müslümanın bildiği yanlışlıklar… Bu olay, Hıristiyan aleminin ne yapmak istediğini açık şekilde ortaya koymaktadır.

Şimdi sormak lazım: Bu bir dinlerarası diyalog mu, yoksa dinleri birleştirme mi? Diyalog, zaten asırlardır devam etmektedir. Mesela, İstanbul’da aynı sokakta, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi iyi komşuluk içinde yaşıyordu. Birbirlerinin inançlarına saygı gösteriyorlardı. Fakat, hiç bir Müslüman, nikah için, Kiliseye, Havraya gitmezdi. Onlar da camiye gelmezdi. Herkes kendi ibadetini kendi mabedinde yapardı. Olması gereken de zaten bu değil mi? Bunun tersini düşünmek saygısızlık, inançları hafife almak olmaz mı?

Bu toplantılar ile ilgili şöyle de bir yorum gözüme çarptı:

Ahmed Şahin

“Ehl-i kitapla temel noktalarda birlikteyiz. Daha meşhur ifadesiyle amentüde ittifakımız vardır. Garip olan şudur ki, ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da, ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Halbuki temelde ittifak varken, teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir.”
(17 Nisan 2000 Pazartesi-Zaman Gazetesi-Ahmed Şahin’in “Ehl-i kitapla amentüde ittifakımız var!” başlıklı yazısından alıntı)

İnsan ne söyleyeceğini bilemiyor doğrusu… Derler ya, küçük dilimi yuttum… Aynen öyle. Şimdi bu iddia sahibine sormak lazım: Onlarla aramızdaki fark, amentünün sonundaki, “Ben şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam, O’nun kulu ve resulüdür.” hükmüdür. Müslümanı Müslüman yapan da bu farktır. Bu fark olmasaydı, İslamiyet olur muydu? Bu farka hiç “teferruat” denebilir mi? Peygamberimiz bu farkı kabul ettirmek için mücadele etmedi mi? Dört büyük halife, diğer Eshabı kiram efendilerimiz, başta ecdadımız Osmanlılar olmak üzere bütün Müslüman devletler, asırlardır bu farkı dünyaya tebliğ için çalışmadılar mı? Bütün bunlar teferruat mıydı?..

***

“Diyalogdan Düğüne” başlıklı haber ve “düğün” den görüntüler:

h1

Allah için sevmek,Allah için buğz etmek…

8 Aralık, 2006


Vatikan’ın en çok korktuğu, Hıristiyanlaştırmada en büyük engel gördüğü, İslamiyetin, “hubbu fillah-buğdu fillah” emridir. Yani, Allah dostlarını Allah için sevmek, Allahın düşmanlarını, (dinimize göre, Müslüman olmayan herkes Allah düşmanıdır) Yahudileri, Hıristiyanları sevmemektir. Hubbu fillah, buğdu fillâh, imanın esasıdır. İmanın altı şartının geçerli olup olmaması bu esasa bağlıdır.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

“İmanın en sağlam temeli ve en kuvvetli alameti, hubb-i fillah, buğd-ı fillahtır.” (Ebu Davud)

“İmanın temeli Mümini sevmek ve kâfiri sevmemektir.” (İmamı Ahmed)

“İmanın efdali Allah için sevgi, Allah için buğzdur.” (Taberânî)

Yine Resulullah buyurdu ki:

“Cebrail aleyhisselam gibi ibâdet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiç bir ibâdetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!”

Allahü teâlâ, Hz. Musa’ya sordu:

– Ya Musa, benim için ne işledin?

– Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim.

– Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın?

– Ya Rabbi, senin için olan ameli bana bildir.

Dostlarımı benim için sevdin mi, düşmanlarıma benim için düşmanlık ettin mi?
Musa aleyhisselam, Allahü teâlâ’yı sevmenin onun için olan en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-ı fillah olduğunu anladı.

(İmam-ı Gazali)

Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

“Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar, (İslâma olan düşmanlıklarında) birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan olur. Allahü teâlâ, (kâfirleri dost edinip, kendine) zulmedenlere hidayet etmez.” (Maide 51)

“Müminler, müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allah’ın dostluğunu bırakmış olurlar.” (Ali İmran 28)

“Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile Allah’a ve Resûlüne düşman olanları sevmezler.” (Mücadele-22)

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: “Bir kavmi sevip de onlarla dostluk kuran, kıyamette onlarla haşrolur” (Taberânî)

Vatikan, bu inanç yıkılmadıkça, Müslümanların Hıristiyan olmayacağını bildiği için, “Diyalog” vasıtasıyla bu inancı yıkmak istiyor.

h1

Diyalog ile yok etmek istedikleri değerler-2

6 Aralık, 2006



2-Üç dinden herhangi bir dine inanmak yeterlidir. Mühim olan kelime-i tevhid inancıdır. Hz. Muhammed’i kabul ve tasdik etmek ise şart olmayıp bir kemal mertebesidir” diyorlar.“Ehli kitap ile amentüde ittifak halindeyiz.” İddiasında bulunuyorlar.

(Ahmet Şahin, Zaman- 17.4.2000)

Nitekim, Fethullah Gülen, “Kur’an-ı kerim, Kitap ehline çağrıda bulunulurken, “Ey kitap ehli! Aramızda müşterek olan bir kelimeyi gelin.” Nedir o kelime? “Allahtan başkasına ibadet yapmayalım”. Allaha kul olan başkasına kul olmaktan kurtulur. İşte gelin, sizinle bu mevzu üzerinde birleşip bütünleşelim. Kur’an devamla, “Allahı bırakıp da, bazılarımız bazılarımızı Rab edinmesin” diyor. Dikkat edin, bu mesajda, “Muhammedün Rasûlüllah” yok.” diyor.

(Hoşgörü ve Diyalog İklimi. S.241)

Fasıldan Fasıla kitabında da,“Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ın resülüdür’ kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır… demektedirler.

(Küresel Barışa Doğru-131)


Halbuki ayet-i kerimede, “Rahmetim her şeyi kaplamıştır” buyurulduktan sonra, “(Rahmetim) Allah’tan korkup, haramlardan kaçan, zekâtlarını veren ve ayetlerimize inananlar içindir” buyuruluyor. (Araf 156)

Bundan sonraki ayette de,

“Ümmi peygamberime (Resulullaha) uyanlar için” buyuruyor.Yine, ayet-i kerimelerde,

“Allah indinde hak din ancak İslâmdır.” (A. İmran 19)

“İslâmdan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.” (A. İmran 85) buyuruluyor.

Şu âyet-i kerimeler de, Allaha iman için, Resulullaha inanıp itaat etmenin şart olduğunu bildiriyor:

“Resule itaat eden, Allaha itaat etmiş olur” (Nisa 80)

“Deki, “Allaha ve Peygambere itaat edin! Eğer itaat etmeyip yüz çevirirlerse, (kafir olurlar) Elbette Allah kafirleri sevmez.” (Ali imran 32)

“Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, etmeyen Cehenneme gider” ( Feth 13)

Görülüyor ki, gayri müslimlerle aramızda iddia edildiği gibi bırakın ittifakı, benzerlik bile yok. Hıristiyanlarla aramızdaki inanç farklılıkları çok ise de birkaçını bildirelim:

Amentüde ittifak var mı?

1- Biz bir Allah’a inanırız. Onlar üç ilaha inanırlar. Hz. İsa’ya tanrının oğlu ve tanrı diyorlar. Onlar melekleri kız gibi görüyorlar, biz ise, meleklerde erkeklik dişilik olmadığına inanıyoruz. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

“Allah ile birlikte başka ilâh edinen cehenneme atılır.Rabbiniz oğulları size ayırdı da kendisi için kız olarak melekleri mi edindi? Elbette vebali çok büyük söz ediyorsunuz.”

(İsra 39, 40)

2- Onlar tanrı gökte derler, biz Allah’ı mekandan münezzeh biliriz.

3- Biz semavi kitapların hepsine inanırız, onlar, Kur’an’a inanmazlar.

4- Biz bütün peygamberlere inanırız, onlar, Muhammed aleyhisselama inanmazlar.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

“Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.” (Hakim)

5- Biz hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanırız, onlar, (Tanrı kötülükleri takdir etmez) derler.

Görüldüğü gibi, Diyalogcuların ortaya attığı fikirler İslâm dininin genel hükümlerine aykırıdır, İslam dininde yeri yoktur. İncil ve Tevrat’ın hükümleri Kur’an-ı kerimin gelmesiyle nesih olmuş, yürürlükten kalkmıştır. Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin bütün hükümleri kıyamete kadar geçerlidir. Bunların bazılarının tarihsel olduğu için yürürlükten kalktığını iddia etmek, Kur’an-ı kerime ve Allah indinde dinin İslam olduğuna inanmamak olur. Allahü teâlâ, kıyamete kadar değişmemek üzere İslamiyeti bütün insanlara din olarak göndermiştir.

h1

Fethullah Gülen ve Diyalog ile yok etmek istedikleri değerler

2 Aralık, 2006


Fethullah Gülen Fetullah Gülen


Papalığa göre, Hıristiyanlaştırmada en büyük engel; Müslümanların, Muhammed aleyhisselamın son peygamber olduğu, O’na inanmayıp yolunda gitmeyenlerin, sonsuz olarak Cehennemde kalacağı, inancıdır. Buna bağlı olarak da; son dine inanmayıp Müslüman olmayanların düşman kabul edilmesi, Müslüman olana kadar bunlarla mücadele edilmesi inancı.

Bu inancın kırılması için ortaya yeni fikirler attılar. Bu fikirleri yerleştirmek için, Papaz Thomas Michael 1987’de Türkiye’ye geldi. Bazı İlahiyat fakültelerinde seminerler verdi. Bu fikirlerin devamlı kendileri tarafından seslendirilmesinin tepki doğuracağını bildikleri için de, düşüncelerini yayma işini İlahiyat fakültelerinde ikna ettikleri bazı akademik kadrolara havale ettiler.

Bu, İslamın temel inancına aykırı fikirleri iki ana grupta toplayabiliriz:

1- “Kur’an-ı kerimin bazı ayetleri ve bazı hadis-i şerifler tarihi sürecini doldurduğu için bunlarla amel edilemez. Kur’an-ı kerimin gelmesiyle yürürlükten kalkmış olan İncil ve Tevrat’ın hükümleri hâlâ geçerlidir. Bugünkü İncillere ve Tevrata inanan, Yahudi ve Hıristiyanlar da cennetliktir. Ehl-i Kitap ile ilgili âyetler, hadisler tarihseldir, dolayısıyla bugünkü Yahudi ve Hıristiyanları değil o dönemin insanlarını bağlar.”

Nitekim, ülkemizde dinlerarası diyaloğun önde gelen temsilcisi Fethullah Gülen, bu konu ile ilgili âyetleri yorumlarken; Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili Kur’an-ı kerimde geçen ayetleri, bilinen manalarının dışında çok farklı bir düzeyde ele alıyor: Ayetlerde geçen düşmanlığın o günün Yahudi ve Hıristiyanlarını içine adığını, Kur’anın kullandığı aynı üslup, bugünün Yahudi ve Hıristiyanlarını içine alacak diye bir şart, bir mecburiyet olmadığını, ayetlerin kesin, fakat bugünkü Yahudi ve Hıristiyanları içine aldığının kesin olmadığını, ifade etmektedir.

( Hoşgörü ve Diyalog İklimi s.155-156)

Yine aynı kitapta, Sayın Gülen, Kur’an-ı kerimde, Hıristiyanlarla, Yahudilerle ve Müşriklerle ilgili geçen sert ifadelerin uç noktayı temsil ettiğini,Yahudi ve Hıristiyanlarla diyalog kurup dostluk tesis edilebileceğini, Kur’anın onları dost edinmemek konusundaki nehyinin (yasağının) hususi şartlarda olduğunu; bunu umumileştirmenin Kur’anın ruhuna aykırı olacağını, Üstad Bediüzzamanın “Münazarat” kitabında bildirdiğini ifade etmektedir. (s.170)

Hocaefendi, aynı konularla ilgili hadisleri yorumlarken de, “Yahudileri ve Hıristiyanları kınayan ve azarlayan âyetler ya Hazret-i Muhammed (A.S.M) döneminde yaşayan ya da kendi peygamberlerleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır.” diyor.

( Küresel Barışa Doğru, s.45)

Halbuki, bugüne kadar hiçbir İslam alimi

bu âyet ve hadislerin tarihsel olduğunu,

geçerliliğini yitirdiğini söylememiştir.

Aksine, kıyamete kadar

geçerli olduklarını ittifakla bildirmişlerdir.

Adem aleyhisselâmdan, Muhammed aleyhisselâma kadar, dinlerin nesh edilmesi, semavi kitapların, âyetlerin nesh edilmesi yani yürürlükten kaldırılması Allahü teâlâ tarfından yapılmıştır. Kur’anın bazı âyetlerinin veya bunların açıklaması olan hadislerin tarihsel olduğunu, geçerliliğinin kalmadığı iddiası, ve bunu savunmak yeni bir kitap veya Peygamberin geldiğini söylemek olur ki, bu da İslam inancına göre küfürdür.

Resulullah efendimiz, İslamiyeti kabul etmeyen Yahudilerin ve Hıristiyanların, Allah’a iman etmiş sayılmayacağını bunların Cehennemlik olduğunu bildirmiştir.

Dört büyük müctehid imamdan biri olan İmam-ı Ahmed bin Hanbel’in meşhur hadis kitabı olan El-Müsned isimli eserde, sahabeden Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği şu hadis-i şerif bunu açıkca göstermektedir:

“Allah Resûlü’ne biri geldi ve ‘Ey Allah’ın elçisi! Hıristiyanlardan Allah’a ve Resulü’ne inanarak İncil’e sâdık biri veya aynı şekilde Allah’a ve Resûlü’ne inanarak Tevrat’a bağlı biri, sonradan sana tâbi olmazsa, bu kişiler hakkında ne buyurursunuz?’ dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, bu ümmetten biri veya Yahudi ve Hıristiyan bir kişi beni dinlemez ve getirdiğimi kabul etmeden ölürse, kesinlikle Cehennemlik olur.”

Bu konu ile ilgili diğer bazı hadis-i şeriflerde de şöyle buyuruldu:

“Beni duyup iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette Cehenneme girecektir.” (Hakim)

“Cennete sadece Müslüman olan girer.” (Buhari)



***

devamı:

Diyalog ile yok etmek istedikleri değerler-2

h1

Ilımlı İslam-The Light Islam

26 Kasım, 2006


Hıristiyan Batı âlemi, İslamiyeti yok etmek için yaptığı asırlar süren mücadeleden bir netice alamayınca; kendileri ile uyumlu, istedikleri tarafa yönlendirebilecekleri, sınırlarını kendilerinin çizdiği yeni bir “İslam” yeni bir “Müslüman” modeli geliştirmeye karar verdi.

“Hoşgörü” “ılımlı” “Light İslam” adını verdikleri bu modelde; emir ve yasağı olmayan, tatlıya, tuzluya karışmayan, haftada bir cumaya giden, bayram namazlarını kılan, cenazesi camiden kalkan ve Müslüman mezarlığına gömülen, Müslüman tipi esas alınmaktadır. Bu yolla, dinin dinamik değerleri, emir ve yasakları yok edilerek, ilâhî olmayan tamamen insan düşüncesine dayalı felsefî, ahlakî bir sistem geliştirmek istiyorlar. Bu çalışmanın içinde sadece Vatikan değil ABD de var.

Bunu açıkca da ifade ediyorlar. Bununla ilgili önce bir haber sonra da bir yorumu sizlere sunmak istiyorum:

AA‘ nin Washington mahreçli ve 23 Eylül 2003 tarihli haberi özetle şöyle:“CIA ve ABD Federal Soruşturma Bürosu FBI hakkında yazdığı kitaplarla tanınan Ronald Kessler “CIA Savaşta” (The CIA at War) adlı kitabında, CIA Direktörü George Tenet ve diğer üst düzey CIA yetkilileriyle yaptığı görüşmelere de yer verdi. ‘İslamda, ötekidinlerde olduğu gibi ruhban sınıfı olmadığı için herhangi bir kişi kendini dini lider olarak adlandırabilir. Bu yüzden CIA, bazı din adamlarını para ile satın aldığı gibi, sahte dini liderler de çıkarttı’ ifadelerinin yer aldığı kitapta, CIA’nin, kendilerini din adamı olarak tanıtan ve Müslüman olmayanlar hakkında daha yumuşak dini mesajlar verecek görevlileri işe aldığı ifade edildi.

Bir CIA kaynağının “Radyo istasyonlarının yönetimini devralıyor ve din adamlarını destekliyoruz. Propagandaya geri dönüş. Ilımlı Müslümanlar çıkartıyoruz” şeklindeki sözlerine yer verdi. Bu yönde fetvalar veya dini yazılar yayınlamaları için din adamlarına para verildiği de bildirildi.”

Şimdi de, araştırmacı – yazar Serdar Kuru’nun bu konu ile ilgili yorumuna (yorumdan pasajlara) yer verelim:

“Bugünlerde elime çok ilginç bir kitap geçti. Kitap, CIA ve FBI üzerine çeşitli kitapların da yazarı olan Ronald Kessler’in ” The CIA at War” çalışması.

Yazar CIA’nin İslamda kesin kurallara ve hiyerarşiye bağlı resmi bir ruhban sınıfı olmadığını analiz ettiğini bunun üzerine çeşitli din adamlarına rüşvet vermek dışında kendi din adamlarını da ortaya çıkarttığını söylemekte. CIA tarafından şekillendirilen bu “din adamı” ajanların kendilerini şeyh, hoca, molla ve dini lider olarak tanıtıp bütün islam aleminde “ılımlı” ve “hoşgörülü” islam modelini vaaz ettiklerini belirtmiş.

Kitapta görüşlerine başvurulan ismi açıklanmayan bir CIA kaynağı teşkilatın şu anda dünya çapında elindeki tüm propaganda tekniklerini kullanarak bu sahte din adamlarını destekledikleri ve kendi “ılımlı müslüman” modellerini kendilerinin çıkarttığını söylemekte.

Sonuç olarak özellikle 1980lerden sonra dünyaya yayılan emperyalizme, kapitalizme ve siyonizme “hoşgörüyle” bakan islam ve Müslüman versiyonlarının nereden seri üretim yapıldığı hakkında bu kitap oldukça zihin açıcı bir görev yapmakta.”

h1

Diyaloğu Kim Başlattı?

22 Kasım, 2006


İki asıra yakın zamandan beri Papalık, Misyonerlik faaliyetleri ile Hıristiyanlığı Ortadoğu’ya yaymaya, cahil Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya çalışmaktadır. Fakat, Afrika ülkeleri gibi, dinden haberi olmayan sadece isimleri Müslüman olan ülkelerde başarı elde etmelerine rağmen, İslamiyetin aslına uygun bir şekilde bilindiği ve yaşandığı, Müslüman ülkelerde istedikleri neticeyi alamadılar. Bunun neticesinde, Misyonerlik faaliyetlerine destek verilmesi için Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü projesi gündeme geldi.

Bu çalışmaları yapan Konsil ilk defa 1962′de bu konuyu görüşmek için toplandı. Daha sonraki toplantılarla da misyonerlik faaliyetinin bir parçası olmak üzere “Diyaloğa”önem verilerek devam ettirilmesi kararlaştırıldı. II. Paul‘ün 1991 yılında ilan ettiği Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu:
“Dinlerarası diyalog, Kilise’nin bütün insanları Kilise’ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır… Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. “

1964 yılında 2. Vatikan Konsilinde kurulan ‘Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası’nın 1973 yılında, sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano, Sekreterya’nın yayın organı Bulletin’deki bir yazısında şunu belirtiyordu:“Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil’i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise’nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih’in sevgisini ve Mesih’in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise’nin İncil’i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır.”

Pietro Rossano, ayrıca diyaloğun şartlar gereği ortaya çıktığını, İseviliği ilk yayan Havarilerin metodu olduğunu şöyle ifade etmektedir:
“Kilisenin henüz bulunmadığı yerlerde tesis edilmesi için yapılan bir faaliyet olarak anlaşılan misyon, artık diyalog olmadan başarıya ulaşamaz.”

1984 yılından beri “Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası”nın başkanlığını yapan Kardinal Francis Arinze ise, geçmişten bugüne gelinen noktayı anlatırken bunun Kilisenin bir misyonu olduğunu ifade etmektedir:“Papa VI. Paul’ün vizyonu gerçekleşmektedir. Çünkü dinlerarası diyalog, Kilise misyonunun normal bir parçası olarak görülmektedir” (Bulletin, 59/XX – 2, 1985, 124).

Papa’yı ziyaretinde Fethullah Gülen de bu konuyu vurgulamıştır:

“Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz.”

(F. Gülen’in Papa’ya mektubundan, Zaman,10.2.1998)

Nihai hedeflerini de Papa II. Paul’un 2000 yılı mesajında şöyle bildiriyordu: “Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hıristiyanlaştıralım.”

Müslümanlar cephesinde ise; “Dinlerarası diyaloğun kararlı bir destekçisi ve teşvikçisi”nin Sayın Fethullah Gülen olduğu, Hocaefendi’nin onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yayını “Küresel Barışa Doğru” kitabında bildirilmektedir. Yine aynı kitaba göre, Fethullah Hoca’nın, Papa II.Paul ile görüşmesinden önce bu diyaloğu daha önce başlatan üstadı Said Nursi’dir. Bediüzzaman Saidi Nursi’nin, bu konuda, Papa XII. Pier ile yazışma yaptığı, 1950’li yıllarda Fener semtinde ikamet etmesinin, Rum Patrik Atenagoras ile de yapılan diyaloğu kolaylaştırdığı aynı kitapta ifade edilmektedir. Dinlerarası diyaloğun lüzumu ile ilgili Hocaefendi’nin yayınlanmış pek çok makalesi ve kitabı var.(Mesela, “Hoşgörü ve Diyalog İklimi” kitabı tamamen bu konu ile ilgilidir.)

Diyanet ve İlahiyat fakülteleri de diyaloga destek vermektedirler.
23/24.10.2003 tarihleri arasında; ülkemizde, bölücü faaliyetlerde bulunduğu iddiası ile kapatma davası açılan Alman Konrad Adenauer vakfının, Armada otelinde düzenlediği, “Türkiye ve Avrupa’da Din, Devlet ve Toplum- Dinlerarası Barışçı bir Ortak Yaşam için Olanaklar ve Engeller” konulu konferansa katıldım.

Bu toplantıda “Dinlerarası Diyalog” projesinin önde gelen temsilcilerinden Prof.Dr. Niyazi Öktem yaptığı konuşmada bu projeye kimlerin destek verdiğini şöyle dile getirdi:

“80’li yıllarda başlattığımız “Dinlerarası Diyalog” projesinde hayli mesafe aldık. Bu konuda bize en büyük desteği Diyanet verdi. Sayın Başkanın gün boyu aramızda bulunması bunun en güzel ispatıdır. Sivil kuruluşlardan ise destek, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan geldi. Vakfın onursal başkası Fethullah Gülen Hoca bize büyük destek verdi. Bütün bunların üstünde, Diyalog konusunun Türkiye’de ki mimarı, öncüsü Prof. Dr. Mehmet Aydın’dır. Her birine huzurunuzda teşekkür ediyorum.”

Son zamanlardaki diyalog toplantılarında olduğu gibi, bu toplantıda da, “Yahudi temsilcileri” göremedim. Yahudiler uyanık. Baktılar bu işbirliğinde kendilerine bir fayda yok, parsayı Hıristiyanlar toplayacak, bunun için diyalog projesine mesafeliler.

Siyasi cephede ise, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel ve bir kısım siyasiler diyaloğa tam destek vermişlerdir.
Müslümanlardan, diyaloğa destek verenlerin, niyetlerini tam bilemediğimiz için, bir yorum getirmek sağlıklı olmaz.Zaten bu pek de önemli değil. Önemli olan diyaloğu başlatan, yönlendiren “Vatikan”ın niyeti ve gayesidir.Asıl bunun üzerinde duracağız.