Archive for the ‘samanyolu’ Category

h1

Zaman’ın Karaman “aşkı”…

30 Mayıs, 2007

Hayrettin Karaman Fethullah Gülen

Fethullah Gülen cemaatinin vakıfları, okulları, gazete ve televizyonlarıyla başı çektiği “Dinlerarası Diyalog” faaliyetleri mercek altında. Çok uzunca bir süre rakipsiz, eleştirisiz yürütülmüş “diyalog” çalışmaları son dönemde yoğun bir eleştiri bombardımanı altında.

Fethullah Gülen’in ABD’ye ikamet ediyor olmasından, cemaatin yayın organlarında 11 Eylül sonrasında zaman zaman göze çarpan ABD ve İsrail bakış açısına dek pek çok unsur, çeşitli çevreleri şüphelerinin cemaat üzerinde odaklanmasına yol açtı. Normalde bir arada görülmeyen isimler ve gruplar, Gülen cemaati hakkında aynı şüpheleri, eleştirileri dile getirmeye başladılar. Gazete ve televizyonlarda başlayan Gülen eleştirileri zamanla kitaplaştı, hattâ CDler halinde elden ele dolaşmaya başladı.

Gülen cemaatinden bu eleştirilere gelen belli başlı yanıt, eleştirileri yapan çevrelerin geçmişini öne çıkartmak, birbirleriyle uyuşmazlıklarının altını çizmek ve “Acaba bu çevreler niye tam da Gülen konusunda anlaştılar?” diye yüksek sesle sormak oldu. İşçi Partisi ile Ülkücülerin elele verip Gülen’i eleştirmeleri tuhaf, deniliyordu. Doğu Perinçek’in din karşıtı bir konumdan gelip misyonerliğe karşı savaş açmasının şüpheli olduğunu söyleniyordu. Dinle diyanetle ilgisi sınırlı çevrelerin “Dinlerarası diyalog” söylemine ve faaliyetine karşı çıkmalarının anlamsız, mesnetsiz, hattâ kötü niyetli olduğu ileri sürülüyordu.

Ancak Gülen cemaati aynı türden eleştirilerin İslami çevrelerden gelişini izah edemiyordu. İslam bilgisinden, dini hassasiyetinden kimsenin şüphe etmediği insanlar, akademisyenler de “Dinlerarası diyalog” da bir bit yeniği görüyorlardı. Son olarak Suat Yıldırım’ın hazırladığı Kur’an mealinde İncil ve Tevrattan pasajlara yer verildiğinin ve bu mealin birkaç yıl önce Zaman gazetesi tarafından promosyon olarak dağıtıldığının ortaya çıkmasıyla yeni bir tartışma patlak verdi. Kur’anı Kerim metnine paralel olarak İncil ve Tevrat’ın konduğu kitap bir akademik mukayese çalışması değildi, halkın kullanımına sunulmuştu çünkü. Bunu, özellikle de promosyon olarak dağıtılmış olması nedeniyle, İncil ve Tevrat’ın evlere sokulması olarak yorumlayanlar çıktı. Cemaatin, gizli bir Hıristiyanlık propagandası yaptığını ileri sürenler bile oldu. Daha önce elden ele gezen CD’lerde gündeme getirilen türden iddialar bu kez gazete köşelerinde, TV’lerde açık açık dile getirilmeye başlandı. İş, cemaatin bu iddialara yanıt verme mecburiyeti hissetmesine yol açacak raddeye geldi.

İşte, tam bu noktada ilginç bir gelişme yaşandı.

Gülen cemaatinin yayın organlarından Aksiyon dergisi, Zaman gazetesi ve Samanyolu TV koordineli bir biçimde konuyu gündeme aldılar. Aksiyon dergisi son sayısında, Gülen cemaatinin Dinlerarası Diyalog faaliyetine en sert yaklaşımlardan birini teşkil eden “Dinlerarası Diyalog İhaneti” kitabının yazarıyla bir “kontra söyleşi” yaptı. Kitabın yazarı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Yümni Sezen söyleşide son derece enteresan bir tespitte bulunuyordu: Yümni Sezen’e göre dinlerarası diyalog “tuhaf bir yere” doğru gidiyor, diyalogcu çevreler haklarındaki şüphe ve eleştirilere yanıt vermiyor, açıklamaları ise “hep Hayrettin (Karaman) Bey yapıyor. O da sadece diyaloğun faziletinden bahsediyor”du.

Önceki günkü Zaman gazetesi Yümni Sezen’i haksız çıkartmadı ve 15 gün önce STV’de yayınlanan Hayrettin Karaman’la yapılmış bir söyleşinin bant çözümünü yayınladı. Dinlerarası diyalog eleştirilerine yanıt mahiyetinde sunulan söyleşiyle yetinmeyen gazete, konuyu dün de Hüseyin Gülerce’nin köşe yazısında sürdürdü. (Hüseyin Gülerce ZAMAN – 6.03.2006)

Gülerce, Hayrettin Karaman’ı “Hayrettin Kahraman” ilan ettiği yazısında hocanın dinlerarası diyalog eleştirilerine verdiği “yanıt”ları övdü. Ancak Gülerce’nin yazısında dikkat çeken husus, Gülen cemaati dışından ve Türkiye’de itibarı son derece yüksek bir hocadan “destek” bulmuş olmanın sevinci.

Gülen cemaati, Doğu Perinçek’ten kendilerine yönelen eleştirilerden rahatsız değil. Sonuçta, bunları geçersiz kılmak için Perinçek’in PKK kampındaki bir fotoğrafını hatırlatmak yeterli olabiliyor. Ancak, İslami çevrelerden yönelen eleştirilere bir yanıt vermekten kaçınılıyor. İşte burada devreye, Hayrettin Karaman giriyor. Dinlerarası diyalogcular, Hayrettin Karaman’ın itibarından yararlanma yoluna gidiyorlar. Gülen cemaatinin “aşkı” nın temelinde yatan bu.

(8sutun.com)

Peki Hayrettin KARAMAN Kim?

h1

Sıra Hz. Peygamber’i çalgıyla anmaya mı geldi?

10 Mayıs, 2007

STV’den çalgılı Mevlid Kandili Özel Programı

STV’den Çalgılı Mevlid Kandili Programı-Mehtap Tv-samanyolu tv

STV’den Çalgılı Mevlid Kandili Özel Programı-Samanyolu Tv

STV’den Çalgılı Mevlid Kandili Özel Programı-Samanyolu

STV’den Çalgılı Mevlid Kandili Programı-09 Nisan 2006, Pazar-Samanyolu




Bugün 22 Rebiulevvel… 10 gün önce, yani 12 Rebiulevvel canımız, sevgili Peygamberimiz, Can Muhammed’in doğum günüydü. O’nun dünyayı şereflendirdiği gece “Mevlid Kandili”dir. O geceyi kutlamakla şereflenmeye çalışıyoruz.
O’nun dünyayı şereflendirdiği sene, Rebiulevvel ayının 12’si 20 Nisan’a denk gelmişti. Dolayısıyla, Miladi tarihe göre de, O’nun doğum günü 20 Nisandır, yani bugün.

Miladi takvim baz alınarak da olsa, son senelerde O’nun doğumunun “Kutlu Doğum Haftası” olarak anılıyor olması güzel oldu. Bu milletin kalbindeki peygamber sevgisini anlamak isteyenler, “Kutlu Doğum Haftası”ndaki kalabalıklara bakmalıdırlar.
Bakmalıdırlar diyoruz amma, milletteki o ezeli ve ebedi sevgiyi görmeye tahammül edemeyenler nasıl bakacak! Elbette gözü kamaşacak ve göremeyecek. Kendisi görmeye tahammül edemeyince, tabii ki içinin almadığı şeyi başkalarına da göstermek istemeyecektir…

Nitekim öyle oluyor. Milleti ilgilendirmeyen kıytırık bir mesele için bir araya gelen üç-beş kişiyi, tumturaklı seslerle duyuranlar, Hz. Muhammed (a.s.) sevgisiyle bir araya gelen onbinlerce kişilik zinde, heyecanlı kalabalıkları ne görüyor, ne gösteriyor, ne de duyuruyorlar.

Bir başka çeşit tamammülsüzlük daha var. Ama önce birkaç hatırlatma yapmalıyım:
Peygam, “Haber”, peygamber de “Haber getiren” demektir.
Peygamberler, Allah’ın vahiy yoluyla kendilerine bildirdiği gerçeklerin haberlerini…
Ve iman ve ibadetle ilgili bilgileri, insanlara getiren, aktaran mübarek zatlardır.
Peygamber denilince, akla ilk gelen imandır, ibadettir, güzel ahlaktır, fedakarlıktır.
Peygamberler işte taşıdıkları bu sıfatlarla anılmalıdır. Yoksa, çalgıyla falan değil.

Peygamberimiz anılırken, O’nun verdiği iman mücadelesi, bu uğurda katlandığı eziyetler, tahammül ettiği haksızlıklar, güzel ahlakı, insanları iyilik ve ibadetlere teşvik etmesi ve mübarek sözleri anlatılmalıdır. Kainatın, O’nun hürmetine yaratıldığı anlatılmalıdır.
Kısaca: Hz. Peygamber Allah’ın habercisi olduğuna göre, O, Allah’tan getirdiği haberler anlatılarak anılmalıdır. O’nun ahlakından örnekler verilmelidir ki gerçekten anılmış olsun.

İşte tahammülsüzlüğün ikinci kısmı, bunlara zıt bir şekildeki sözde anmadır.

Saz, caz ve bir sürü çalgı aletini yığdıkları bir salona insanları davet edip, o çalgı aletlerini kulakları sağır edercesine dambur-dumbur hep birden çaldıran, üstüne üstlük bunun adına bir de “Son Peygamber Hz. Muhammed’i anmak” diyenleri ne diye isimlendirmeli acaba?

Sevgili Peygamberimiz –haşa- bir Mozart mıdır ki çalgılarla anılsın!..

Kadın- erkek ayırımı yapmadan, sahnede bazılarının eline mikrofon verip, yoğun çalgı seslerinden ne denildiği bile doğru dürüst anlaşılmayan sözde na’t ve kasideleri, bir konser havası içinde söyletmek ne zamandan beri Hz. Peygamber’i anmak oldu?

Sevgili Peygamberimiz’i işte böyle anan(!) bu dostlar, “Hıristiyanlığa yeşil ışık yakmakla” da suçlanıyorlar. Ama bu suçlamayı kabul etmiyor ve diyorlar ki:

“Bizim bu faaliyetlerimizden dolayı Hıristiyan olan tek kişi varsa söylesinler. İsim versinler diyoruz, bir tek isim veremiyorlar.”

Değerli okuyucular! Benim, İstanbul’daki bir lisede tarih öğretmenliği yapan bir akrabam var. Peygamberimiz’e ve Kur’an’a iman edip etmemeyi önemli saymıyor. Dolayısıyla, Peygamberimiz’e ve Kur’an’a inanmayan Hıristiyanların da cennete gideceklerini söylüyor. “Allah’ın cenneti geniş; Hıristiyanlar niçin cennete girmesinler” diyor.

Kur’an’ı yüzünden düzgün okumayı bile pek beceremeyen bu genç öğretmenimiz, Peygamberimiz’e ve Kur’an’a iman etmek üzerinde durmuyor ama, Hıristiyanları müdafaadan da geri durmuyor. İsim isteyenlere onun ismini versek kabul edilir mi acaba?

“Gülerce”sine ve meydan okurcasına “İsim versinler” diyen dostlarımız gerçekten isim istiyorlarsa, ben hazırım. Gerçi bu genç Hıristiyan değil Müslüman. Ama ısrarı da ortada. Sorsunlar bakalım derdi neymiş. Onlar öğrensinler de biz de onlardan öğrenelim…

20 Nisan 2006 Perşembe
Ali Eren, Vakit