Posts Tagged ‘müslümanlık’

h1

Diyalogcular Bana Neden Kızıyor?

23 Mayıs, 2008

Fethullah Gülen Papa

Bana Niçin Öfkeleniyorsunuz?

Siz Müslüman, ben Müslüman ve siz bana çok kızıyor, köpürüyorsunuz. Acaba bu öfkenin sebepleri, gerekçeleri nedir? Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata, fıkha, ahlâk-ı İslâmiyeye aykırı bir şeyler mi yazmışım?.. Hayır, böyle bir şey yok… Olursa ve uyarılırsam hemen hatâmı kabul ederim.

Araştırdım, siz bana şu sebeplerden dolayı kızıyormuşsunuz:

1. Siz bir cemaate mensupmuşsunuz, ben o cemaatin bazı fikir, görüş ve inançlarını (isim vermeden, şahsîleştirmeden) tenkit ediyormuşum…

2. Siz bir “Hazret-i Muhtereme” bağlı imişsiniz. O zatın hiç günah işlemediğine, hatâ yapmadığına, yanılmadığına, mâsum/ismetli olduğuna inanıyormuşsunuz. Benim bazı tenkitlerimin ucu ise o Hazretü’l-Hazerat hazretlerine dokunuyormuş…

3. Siz, Hz. Muhammed Aleyhisselamı, Kur’ân-ı Kerim’i, İslâm dinini inkar eden kafirlerin ehl-i necat (kurtuluş ehli) ve ehl-i cennet olduğuna inanıyormuşsunuz; ben ise bu inançların İslâm ile, Kur’ân ile, Sünnet ile bağdaşmadığını yazıyormuşum. Böylece size ve “dostlarınıza” zarar veriyormuşum…

4. Para, madde, dünya konusunda yazdıklarım dolaylı olarak sizi rahatsız ediyormuş…

Bu sebeplerden ve gerekçelerden dolayı rahatsız olup bana düşmanlık ediyorsanız ben ne yapabilirim?

Doğrudan doğruya yapmadığım, isim vermediğim, şahsîleştirmediğim anonim tenkitlerim dolayısıyla kimseden korkacak ve çekinecek değilim. Bunları iyilik için, salâh için yapıyorum.

Yanlışım varsa açık imza ve adres, telefon numarası vererek gerekçeli şekilde yazın, çok uzun olmamak şartıyla bu sütunlarda basayım. Lütfen şu sorularıma cevap veriniz:

* Siz, Teslis’e inananlarla, Müslümanların Allah inancı birdir diyorsunuz. Bu görüşünüz ve inancınız İslâm’a tamamen zıttır. Kur’an-ı Kerim’de Teslis inancının yanlış olduğu sarih şekilde beyan buyrulmuştur.

* Bir kimse, Peygamberimizin risâletini, davetini, Kitabını, dinini duysa, öğrense, bilse ve bunlara iman etmese, İslâm’ın öğretilerine göre o kişi ehl-i necat ve ehl-i cennet olmaz.

Bana kızıp köpürmekle, sövüp saymakla yukarıda açıkladığım yanlış inançları doğrulamak mümkün müdür?

Bu konularda yanlış düşünmediğinizi, sapık inançlar sergilemediğinizi, gücünüz yetiyorsa ispat edin. Mümkün değil ispat edemezsiniz. Çünkü bunlar Yüce İslâm dinine zıt bozuk inançlardır.

Yarın, ahiret aleminde Yüce Huzurda ne cevap vereceksiniz?

Allah, Kitabında tek hak dinin İslâm olduğunu beyan buyuruyor, siz ise üç hak İbrahimî din bulunduğunu söylüyorsunuz. İslâm dünyasının icazetli büyük fakihlerine, müftülerine, allamelerine sorunuz. Bakalım ne diyecekler?

Bozuk inançlar sergileyen Diyalogcular niçin, bütün milletin seyredeceği bir açık oturuma katılmıyorlar? Böyle bir toplantı yapılmasını defalarca teklif ettim. Gündemi daha önceden belli olacak. İhtilâflı/tartışmalı konular açık seçik yazılacak. Öyle mugalata yapmak, havanda su dövmek, lastikli konuşmak yok.

Temiz Müslümanların Amerika ve İsrail’le iş birliği yapması mümkün müdür? Onlar Irak’ta bir milyon Müslüman’ı katlettiler. Filistin’de yapılanları görüyoruz.

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bir Müslüman’ın kabul edip destekleyeceği bir proje midir?

Amerikan ve Yahudi parasıyla İslâm’a hizmet edilebilir mi? (Almayanlara bir şey dediğim yok, sözüm alanlaradır… Almayanlar gocunmasınlar…)

Bendeniz dokuz köyden kovulmuş bir insanım, yaşım ilerledi, herhangi bir dünyevî bir emelim yoktur. Gerçek İslâmiyet’i, Ehl-i Sünnet Müslümanlığını, gerçek Kur’ân Müslümanlığını savunuyorum. Bu savunma esnasında uğrayacağım hakaretler, maruz kalacağım düşmanlıklar ve tükürükler benim için şeref olacaktır.

Mehmet Şevket Eygi

h1

İngiltere Kraliçesi’nin Bize Hatırlattıkları: Sömürge, Zulüm, İşkence…

21 Mayıs, 2008

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth o an

Tarih boyunca, Müslümanlar idareleri altındaki milletlerin hukukuna saygı göstermişler, hiçbir devirde bunlara zulüm işkence yapmamışlardır. Mesela Osmanlının hiçbir döneminde kendilerinden olmayanlara zulüm yapılmamış, bunlar birbirlerine düşürülerek kırdırılmamıştır. Batılı sömürgeciler ise, her türlü zulmü işkenceyi reva görmüşlerdir. Sadece Müslümanlara değil, kendi inançlarından olmayan yani Hıristiyan olmayan herkese aynı muameleyi göstermişlerdir.

Umulur ki, 21. yüzyılda artık bu huylarından, politikalarından vazgeçmişlerdir. Geçmişte yaptıklarından ders almışlardır. İbret alınması için geçmişte yaptıkları bazı uygulamalarından örnekler vermek istiyorum: Meselâ, İngilizlerin en büyük sömürgeleri olan Hindistan’ın Amritsar şehrinde 1919 senesinde bir gün âyin sebebi ile toplanan Hindûlar, bisikleti ile oradan geçen bir Hıristiyan kadın misyonerine gereken hürmeti göstermedikleri için misyoner kadın, İngiliz generale bunları şikâyet eder.

General derhâl askerlerine emir vererek, ma’bedde âyinle meşgûl halkın üzerine ateş açtırıp on dakîkada yüzlerce kişiyi öldürtür. General bununla da yetinmeyerek, halkı üç gün elleri ve ayakları üzerinde hayvan gibi yürütür.

Şikâyet üzerine olayın aslını tahkîkât için Hindistan’a gelen müfettiş, generale müdafaasız halka ateş açtırmasının sebebini sorar. General: “Buranın kumandanı benim. Öyle lüzûm gördüm ve emrettim” cevâbını verir. Müfettiş: “Pekâlâ, halkın yüzüstü sürünmesini emretmenizin sebebi nedir?” diye sorar. General:

“Hindlilerden bir kısmı tanrıları karşısında yüzüstü sürünüyorlar. Bunlara, bir İngiliz kadının bir Hindû tanrısı kadar mukaddes olduğunu ve onun karşısında da hakâret değil, sürünmeleri îcap ettiğini anlatmak istedim” diye cevap verir…

Hindistan hükümdarı Bahadır Şah, İngilizlerin yaptıkları zulümlere dayanamayarak, 1857’de, İngilizlere karşı askerlerin ve halkın teşvîki ile büyük bir ayaklanma başlatmıştı. İngilizlerin Şah’a karşı tepki ve zulmü çok şiddetli oldu. İngiliz askerleri, genç, ihtiyâr, kadın erkek demeden bütün Müslümanları, hattâ çocukları kılıçtan geçirdiler.

Şâh teslîm oldu. İki oğlu ve torunu öldürüldü. Bunların etinden çorba yaparak Şâh’a ve hanımına ikram edildi. Çok aç olduklarından hemen ağızlarına aldılar. Fakat, ne eti olduğunu bilmedikleri hâlde çiğneyemediler, yutamadılar. Kustular, çorba tabaklarını yere bıraktılar. Vâli Henri Bernard onlara: “Niçin yemediniz? Çok güzel çorbadır. Oğullarınızın etinden yaptırdım” dedi. Bir insan bunu nasıl yapar? Yapar çünkü, bunlar kendilerinden başkalarını insan kabul etmiyorlar…

Araştırmacı yazar sayın Yusuf Gezgin, Aktifhaber’de bakınız İngilizleri ve politikalarını nasıl anlatır:

“Köleliği sistematik hale getirip, insanları yurdundan, ailesinden kopararak ‘bir ticari meta’ haline getiren bunlardır. Çok değil beş asır önce bir toprağı, kimliği medeniyeti olan Kızılderililerden, Aborijinlere, Mayalara, Asteklere kadar onlarca milletin-medeniyetin köküne kezzap suyu döken bunlardır.

Bütün sınır anlaşmazlıklarının ve toprak kavgalarının arkasında İngilizler vardır. İngilizlerin çekildiği coğrafyalarda nizasız, kavgasız, huzur içinde tek bir ülke, bölge gösteremezsiniz. Çekildikleri yerlerde özellikle problem bırakırlar ki, elleri o coğrafyadan çekilmesin.

İngiltere demokrasinin beşiği bilinir. Ama demokrasiyi sadece kendilerine layık görürler. İngilizlerin çekildiği bütün coğrafyalar acımasız diktatörlerin elindedir. Zira diktatörleri idare etmek, yönlendirmek ve buyruklara amade kılmak milletleri yönlendirmekten çok daha kolaydır. Halklar demir yumruklar altında ezilirken bunlar ‘demokrasiyi’, ‘insan haklarını’ değil, diktatörlerden tahtlarını koruma mukabili rüşvet aldıkları imtiyazları, zenginlikleri hatırlarlar.

İngiltere Kraliçesinin tarihî ve turistik yöreleri gezmek için geldiğini sanmıyorum! Acaba Kraliçe Türkiye’de, kendi kurdukları sarsılan derin dengeleri yeniden inşa etmek veya revize etmek için mi geldi? Yoksa, Orta Doğu’da uygulanacak yeni planlara bizi hazırlama, altyapı oluşturma amacı mı var?

h1

İslam Adaleti ve Vahşi Haçlı Zihniyeti

13 Mayıs, 2008

ırak ıraklı çocuk ırak işgali ırak savaşı ırak fotoğrafları savaş kan zulüm Very graphic image from Iraq

Dinler arası diyalogdan, hoşgörüden bahseden Hıristiyan devletler, geçmişte pek çok defa olduğu gibi bugün de, acımasızca Müslümanların üzerine saldırmakta, kadın, çocuk, sivil demeden önüne geleni katletmektedir. Geçmişte yaptıkları Haçlı zulümlerine bir yenisini daha ekleme zilletindedirler.

İnsanlık tarihi boyunca, zalim diktatörler, ellerini kana boyayıp, memleketlere hâkim olmuş, zulüm ile insanları inleterek, sömürerek, üstün silâhlar yapmış, dünyayı korkutmuş iseler de, çabuk yıkılmışlar ve tarih boyunca, la’netle anılmışlardır.

Örümcek yuvası gibi çabuk kurulan tuzakları, sabâh rüzgârı gibi hafîf bir kuvvetle uçmuş, insanlığa yarar bir şey bırakmamışlardır. Şimdi de, zulme dayanan devletler, ne kadar büyük ve kuvvetli görünseler de, elbette yıkılacak, zulüm pâyidâr olamayacaktır.

Böyle zalimler, bir anda parlayan kibrite benzer ki, etrafındaki saman, talaş gibi hafîf şeyleri tutuşturur, eli yakar, evleri harâb edebilir. Kendi ise, hemen söner, biter. Adâlete dayanan devletler ise, kaloriferlerin radyatörü gibidir. Radyatör, bir şeyi yakmaz, odaları ısıtarak, insanlara rahatlık verir. Sıcaklığı aşırı, zararlı değildir. Fakat ısı, enerji kaynağına mâliktir. İslâmiyet de, böyle faydalı bir enerji kaynağı olup, kendisine bağlanan fertleri, âileleri ve cemiyetleri besler, kuvvetlendirir. Böyle hareket eden devletler tarihte az da olsa vardır.

İslam tarihini inceleyenler bilir. Hz. Ömer on yıllık Halifeliği zamanında devrin iki süper devleti olan Bizans ve Sasani imparatorluğunun toprakları içinde bulunan Suriye, Filistin, Mısır, Irak ve İran’ı devletinin sınırları içine aldı. Kuzey Afrika’dan Türkistan’a, Azerbaycan’dan Yemen’e kadar uzanan iki milyon kilometre kareden büyük bir İslam Devletini kurdu ve mükemmel müesseselerle, gayet muntazam bir şekilde yönetti. Herkes can ve mal güvenliği içinde idi. Tahakkümleri zulme değil, adalete, merhamete dayanıyordu.

Rum İmparatoru Herakliyus’un büyük ordularını perişan eden İslâm askerlerinin başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri zafer kazandığı her şehirde tellallar dolaştırarak, Rumlara halîfe Hazret-i Ömer’in emirlerini bildirirdi:

“Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve halîfemiz Ömer’in emrine uyarak, bu şehri de aldık. Hepiniz ticâretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza, kimse dokunmayacaktır. İslâmiyetin adâleti aynen size de tatbîk edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışardan gelen düşmana karşı, Müslümanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, Müslümanlardan hayvan zekâtı ve uşur aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye dediğimiz vergiyi vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir.”

Cizye de rastgele alınmazdı. Fakîrlerden kırk, orta hallilerden seksen, zenginlerden yüz altmış gram gümüş veya bu değerde mal yahut tahıldır.

Kadınlardan, çocuklardan, hastalardan, yoksullardan, ihtiyârlardan ve din adamlarından cizye alınmazdı.

Humus Rumları, vergilerini seve seve getirip, Beytülmâl emîni Habîb bin Müslim’e teslîm ettiler. Bir müddet sonra, Herakliyus’un, bütün memleketinden asker toplayarak Antakya’ya hücûma hâzırlandığı haber alındı. Bunun üzerine, Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük’teki kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebû Ubeyde, şehirde tellallar dolaştırdı:

“Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeğe, sizi korumağa, söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, halîfeden aldığım emir üzerine, Herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz Beytülmâla gelip, vergilerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz defterimizde yazılıdır.”

Böyle bir olay dünyanın neresinde görülmüş? Sömürme, gelirlerine el koymayı bırakın, hiçbir zorlama olmadan, zorlamayı bırakın normal istek bile olmadan alınan paralar iâde ediliyor.

Hıristiyanlar, Müslümanların bu adâletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rûm İmparatorlarından çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar. Çoğu seve seve Müslüman oldu.

Hatta çoğu, kendi arzûları ile Rum ordularına karşı İslâm askerine câsusluk yaptılar. Ebû Ubeyde böylece, Herakliyus’un ordularının her hareketini günü gününe haber alırdı. Büyük Yermük zaferinde bu Rum câsuslarının büyük yardımı oldu. İslâm devletlerinin meydana gelmesi, yayılması, asla saldırmakla, öldürmekle olmadı.

İslam devletlerini ayakta tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet, îmân kuvveti idi ve İslâm dîninde çok kuvvetli bulunan adâlet, iyilik, doğruluk ve fedâkârlık kudreti idi. Bunu için zulümleri ile değil, adaletleri ile anılıyor. Bundan sonra da anılacak!..

h1

Maksatları dini tartışılır hale getirmek!

3 Mayıs, 2008

ünlü misyoner ve islam düşmanı Samuel M. Zwemer

Bir asırdan fazla zamandır, beyni dışarıda olan organizasyonlar ile İslamiyet ters yüz edilmek, her şey tersine çevrilmek isteniyor. Çok sinsi ve organize bir şekilde doğrular yanlış, yanlışlar doğru olarak empoze ediliyor. Düşünebiliyor musunuz, imandan sonra İslamiyet’in en önemli emri olan namazı bile, üç vakit mi beş vakit mi diye tartışılan bir ülke haline geldik. Tartışıldığına göre aksini savunanlar da var demektir. Nerede ise İslamiyet’in tartışılmadık bir tarafı kalmadı. Gayeleri yıkamasalar da, en azından, kafalara şüphe tohumu ekmek, tutmasa bile iz bırakmak.

Tartışılan konular, ekonomi, siyaset değil, dini konular. Ekonomiyi tartışmakla insanın imanına, dinine bir zarar gelmez. Fakat dini konuyu tartışmak böyle değil, birçoğu insanı dinden imandan eder. Dini hassasiyet, şuur azaldığı için çok kimse bunun farkında değil.

Yıllardır, ısrarla tartışma konusu yapılarak, sinsice yönlendirilen konuların bazıları şunlar:

“İslamiyet akıl mantık dinidir.” Hâlbuki İslamiyet vahiy dinidir; Cenab-ı Hakkın, Peygamber efendimize vahyettiği, bildirdiği bize de, Peygamber efendimizden, Eshabından ve İslam büyüklerinden nakledilerek gelen dindir. Bunun akla, mantığa uygunluğu tartışma konusu yapılamaz. Yapılırsa, ortaya atılan din değil, o kimsenin düşüncesi olur.

“Mezheblerin dinde yeri yoktur, mezheplere inanmayın!” Peygambersiz bir dinin tatbiki nasıl mümkün değilse, mezhepler olmadan da dinin tam olarak, yaşanması mümkün değildir. Zaten Peygamber efendimiz de, farklı ictihadların, mezheblerin rahmet olduğu bildirmişlerdir. Bunun içindir ki, asırlardır bunun hiçbir zaman tartışması yapılmamış, ilmi ne kadar yüksek olursa olsun her âlim, derecesi ne olursa olsun her evliya mutlaka dört mezhebden birine tabi olmuştur.

“Dininizi fıkıh kitaplarından değil, meallerden öğrenin!” Böyle söyleyenlere, şunu sormak lazım, anayasada, vergi ile ilgili sadece, herkes vergi vermekle mükelleftir, ifadesi var. Sadece bu maddeye göre vergi vermek mümkün mü? İşçi, memur, esnaf, iş adamı nasıl, ne oranda, ne zaman vergi verecek? Vergi kanunları, yönetmelikleri, genelgeleri olmadan bu mümkün mü? Bunun gibi, Kur’anı kerimde, namaz kılın, zekât verin emri bildirilmiş, bunu tatbik şekli, hadis-i şeriflerle ve bunların açıklaması olan fıkıh kitaplarında bildirilmiştir. Bunlar olmazsa namaz nasıl kılınacak, zekât nasıl verilecek? Dinin diğer bütün emirleri de böyledir?

“Kadın erkek eşittir, erkeğin üstünlüğü yoktur. Kadın toplumun her kesiminde yerini almalıdır.” Evet, erkek kadından üstün değildir, çünkü üstünlük takvadadır, dine uymadadır. Kadının erkeğe eşit olmadığı, naklen de ilmen de sabittir. Anatomik, fizik, ağırlık, güç bakımından eşit olmadığı ortadadır. Buradaki maksatları, eşitliğini öne sürerek, sözde kadının yanında görünerek, kadını sokağa çekmek; böylece aileyi sarsarak parçalamak ve manevi değerlerin sonraki nesillere geçmesine mani olmaktır. Kadının nazik, duygusal yapısı sokak mücadelesine uygun değildir. Onun bünyesi, ev işleri ve çocuk eğitimine yatkındır. Cenab-ı Hak onu öyle yaratmıştır. Başka işler için kadını zorlamak ona da cemiyete de zarar verir.

Her sene, temcid pilavı misali, Ramazan gelir oruç, zekât tartışması yapılır; Kurban Bayramı gelir, kurban tartışması yapılır; Hac mevsimi gelir, hac tartışması yapılır… Kandil gelir, kandilin tartışması yapılır. Bütün bunların, tesadüfen, organize olmadan yapılması mümkün mü?

Ülkemizde yaşayan dini azınlıklar, vahiy ile gelmemiş, hepsini kendileri uydurmuş dinlerini istedikleri gibi yaşarlar, kimse bunların yaptığını tartışmaz. Çünkü bunlarla ilgili hazırlanan sinsi program yok.

Bu tartışmaların gerçek sebebini zaten kendileri söylemişler yıllar önce. Misyonerlerin önde gelen isimlerinden Zwemer, 1930’ların başında Kudüs’te Zeytindağı’nda toplanan misyonerler kongresinde yaptığı konuşmada bakınız bu tartışmaların gerçek sebebini nasıl anlatıyor. :

“Sizin göreviniz, Müslümanların Hıristiyan yapılması değildir. Asıl göreviniz onları dinlerini sorgular, tartışılır hale getirmektir. Bu sağlanırsa gerisi kendiliğinden gelir. Bizim yapmak istediğimizi kendi kendilerine yaparlar.”