h1

Diyalogcular Bana Neden Kızıyor?

23 Mayıs, 2008

Fethullah Gülen Papa

Bana Niçin Öfkeleniyorsunuz?

Siz Müslüman, ben Müslüman ve siz bana çok kızıyor, köpürüyorsunuz. Acaba bu öfkenin sebepleri, gerekçeleri nedir? Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata, fıkha, ahlâk-ı İslâmiyeye aykırı bir şeyler mi yazmışım?.. Hayır, böyle bir şey yok… Olursa ve uyarılırsam hemen hatâmı kabul ederim.

Araştırdım, siz bana şu sebeplerden dolayı kızıyormuşsunuz:

1. Siz bir cemaate mensupmuşsunuz, ben o cemaatin bazı fikir, görüş ve inançlarını (isim vermeden, şahsîleştirmeden) tenkit ediyormuşum…

2. Siz bir “Hazret-i Muhtereme” bağlı imişsiniz. O zatın hiç günah işlemediğine, hatâ yapmadığına, yanılmadığına, mâsum/ismetli olduğuna inanıyormuşsunuz. Benim bazı tenkitlerimin ucu ise o Hazretü’l-Hazerat hazretlerine dokunuyormuş…

3. Siz, Hz. Muhammed Aleyhisselamı, Kur’ân-ı Kerim’i, İslâm dinini inkar eden kafirlerin ehl-i necat (kurtuluş ehli) ve ehl-i cennet olduğuna inanıyormuşsunuz; ben ise bu inançların İslâm ile, Kur’ân ile, Sünnet ile bağdaşmadığını yazıyormuşum. Böylece size ve “dostlarınıza” zarar veriyormuşum…

4. Para, madde, dünya konusunda yazdıklarım dolaylı olarak sizi rahatsız ediyormuş…

Bu sebeplerden ve gerekçelerden dolayı rahatsız olup bana düşmanlık ediyorsanız ben ne yapabilirim?

Doğrudan doğruya yapmadığım, isim vermediğim, şahsîleştirmediğim anonim tenkitlerim dolayısıyla kimseden korkacak ve çekinecek değilim. Bunları iyilik için, salâh için yapıyorum.

Yanlışım varsa açık imza ve adres, telefon numarası vererek gerekçeli şekilde yazın, çok uzun olmamak şartıyla bu sütunlarda basayım. Lütfen şu sorularıma cevap veriniz:

* Siz, Teslis’e inananlarla, Müslümanların Allah inancı birdir diyorsunuz. Bu görüşünüz ve inancınız İslâm’a tamamen zıttır. Kur’an-ı Kerim’de Teslis inancının yanlış olduğu sarih şekilde beyan buyrulmuştur.

* Bir kimse, Peygamberimizin risâletini, davetini, Kitabını, dinini duysa, öğrense, bilse ve bunlara iman etmese, İslâm’ın öğretilerine göre o kişi ehl-i necat ve ehl-i cennet olmaz.

Bana kızıp köpürmekle, sövüp saymakla yukarıda açıkladığım yanlış inançları doğrulamak mümkün müdür?

Bu konularda yanlış düşünmediğinizi, sapık inançlar sergilemediğinizi, gücünüz yetiyorsa ispat edin. Mümkün değil ispat edemezsiniz. Çünkü bunlar Yüce İslâm dinine zıt bozuk inançlardır.

Yarın, ahiret aleminde Yüce Huzurda ne cevap vereceksiniz?

Allah, Kitabında tek hak dinin İslâm olduğunu beyan buyuruyor, siz ise üç hak İbrahimî din bulunduğunu söylüyorsunuz. İslâm dünyasının icazetli büyük fakihlerine, müftülerine, allamelerine sorunuz. Bakalım ne diyecekler?

Bozuk inançlar sergileyen Diyalogcular niçin, bütün milletin seyredeceği bir açık oturuma katılmıyorlar? Böyle bir toplantı yapılmasını defalarca teklif ettim. Gündemi daha önceden belli olacak. İhtilâflı/tartışmalı konular açık seçik yazılacak. Öyle mugalata yapmak, havanda su dövmek, lastikli konuşmak yok.

Temiz Müslümanların Amerika ve İsrail’le iş birliği yapması mümkün müdür? Onlar Irak’ta bir milyon Müslüman’ı katlettiler. Filistin’de yapılanları görüyoruz.

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bir Müslüman’ın kabul edip destekleyeceği bir proje midir?

Amerikan ve Yahudi parasıyla İslâm’a hizmet edilebilir mi? (Almayanlara bir şey dediğim yok, sözüm alanlaradır… Almayanlar gocunmasınlar…)

Bendeniz dokuz köyden kovulmuş bir insanım, yaşım ilerledi, herhangi bir dünyevî bir emelim yoktur. Gerçek İslâmiyet’i, Ehl-i Sünnet Müslümanlığını, gerçek Kur’ân Müslümanlığını savunuyorum. Bu savunma esnasında uğrayacağım hakaretler, maruz kalacağım düşmanlıklar ve tükürükler benim için şeref olacaktır.

Mehmet Şevket Eygi

h1

İngiltere Kraliçesi’nin Bize Hatırlattıkları: Sömürge, Zulüm, İşkence…

21 Mayıs, 2008

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth o an

Tarih boyunca, Müslümanlar idareleri altındaki milletlerin hukukuna saygı göstermişler, hiçbir devirde bunlara zulüm işkence yapmamışlardır. Mesela Osmanlının hiçbir döneminde kendilerinden olmayanlara zulüm yapılmamış, bunlar birbirlerine düşürülerek kırdırılmamıştır. Batılı sömürgeciler ise, her türlü zulmü işkenceyi reva görmüşlerdir. Sadece Müslümanlara değil, kendi inançlarından olmayan yani Hıristiyan olmayan herkese aynı muameleyi göstermişlerdir.

Umulur ki, 21. yüzyılda artık bu huylarından, politikalarından vazgeçmişlerdir. Geçmişte yaptıklarından ders almışlardır. İbret alınması için geçmişte yaptıkları bazı uygulamalarından örnekler vermek istiyorum: Meselâ, İngilizlerin en büyük sömürgeleri olan Hindistan’ın Amritsar şehrinde 1919 senesinde bir gün âyin sebebi ile toplanan Hindûlar, bisikleti ile oradan geçen bir Hıristiyan kadın misyonerine gereken hürmeti göstermedikleri için misyoner kadın, İngiliz generale bunları şikâyet eder.

General derhâl askerlerine emir vererek, ma’bedde âyinle meşgûl halkın üzerine ateş açtırıp on dakîkada yüzlerce kişiyi öldürtür. General bununla da yetinmeyerek, halkı üç gün elleri ve ayakları üzerinde hayvan gibi yürütür.

Şikâyet üzerine olayın aslını tahkîkât için Hindistan’a gelen müfettiş, generale müdafaasız halka ateş açtırmasının sebebini sorar. General: “Buranın kumandanı benim. Öyle lüzûm gördüm ve emrettim” cevâbını verir. Müfettiş: “Pekâlâ, halkın yüzüstü sürünmesini emretmenizin sebebi nedir?” diye sorar. General:

“Hindlilerden bir kısmı tanrıları karşısında yüzüstü sürünüyorlar. Bunlara, bir İngiliz kadının bir Hindû tanrısı kadar mukaddes olduğunu ve onun karşısında da hakâret değil, sürünmeleri îcap ettiğini anlatmak istedim” diye cevap verir…

Hindistan hükümdarı Bahadır Şah, İngilizlerin yaptıkları zulümlere dayanamayarak, 1857’de, İngilizlere karşı askerlerin ve halkın teşvîki ile büyük bir ayaklanma başlatmıştı. İngilizlerin Şah’a karşı tepki ve zulmü çok şiddetli oldu. İngiliz askerleri, genç, ihtiyâr, kadın erkek demeden bütün Müslümanları, hattâ çocukları kılıçtan geçirdiler.

Şâh teslîm oldu. İki oğlu ve torunu öldürüldü. Bunların etinden çorba yaparak Şâh’a ve hanımına ikram edildi. Çok aç olduklarından hemen ağızlarına aldılar. Fakat, ne eti olduğunu bilmedikleri hâlde çiğneyemediler, yutamadılar. Kustular, çorba tabaklarını yere bıraktılar. Vâli Henri Bernard onlara: “Niçin yemediniz? Çok güzel çorbadır. Oğullarınızın etinden yaptırdım” dedi. Bir insan bunu nasıl yapar? Yapar çünkü, bunlar kendilerinden başkalarını insan kabul etmiyorlar…

Araştırmacı yazar sayın Yusuf Gezgin, Aktifhaber’de bakınız İngilizleri ve politikalarını nasıl anlatır:

“Köleliği sistematik hale getirip, insanları yurdundan, ailesinden kopararak ‘bir ticari meta’ haline getiren bunlardır. Çok değil beş asır önce bir toprağı, kimliği medeniyeti olan Kızılderililerden, Aborijinlere, Mayalara, Asteklere kadar onlarca milletin-medeniyetin köküne kezzap suyu döken bunlardır.

Bütün sınır anlaşmazlıklarının ve toprak kavgalarının arkasında İngilizler vardır. İngilizlerin çekildiği coğrafyalarda nizasız, kavgasız, huzur içinde tek bir ülke, bölge gösteremezsiniz. Çekildikleri yerlerde özellikle problem bırakırlar ki, elleri o coğrafyadan çekilmesin.

İngiltere demokrasinin beşiği bilinir. Ama demokrasiyi sadece kendilerine layık görürler. İngilizlerin çekildiği bütün coğrafyalar acımasız diktatörlerin elindedir. Zira diktatörleri idare etmek, yönlendirmek ve buyruklara amade kılmak milletleri yönlendirmekten çok daha kolaydır. Halklar demir yumruklar altında ezilirken bunlar ‘demokrasiyi’, ‘insan haklarını’ değil, diktatörlerden tahtlarını koruma mukabili rüşvet aldıkları imtiyazları, zenginlikleri hatırlarlar.

İngiltere Kraliçesinin tarihî ve turistik yöreleri gezmek için geldiğini sanmıyorum! Acaba Kraliçe Türkiye’de, kendi kurdukları sarsılan derin dengeleri yeniden inşa etmek veya revize etmek için mi geldi? Yoksa, Orta Doğu’da uygulanacak yeni planlara bizi hazırlama, altyapı oluşturma amacı mı var?

h1

Az Nutuk Karışık Türkçe Kur’an ve Dinde Reform

19 Mayıs, 2008

atatürk mustafa kemal dinde reform

Atatürk zamanında köklü bir din reformunun çalışmalarının yapıldığı bu yönde tekliflerin bile olduğu ortaya çıktı. Gültekin Avcı yeni kitabında, din reformu için ortaya atılan tekliflere yer verdi. Teklifler arasında, Kuran-ı Kerim’in Atatürk’ün vecizelerine de yer vererek yeniden yazılmasından, namazın 8 rekatı geçmeyecek şekilde yeniden düzenlenmesine kadar çok sayıda teklif bulunuyor.

Gültekin Avcı yeni kitabında Atatürk’ün yeni bir din reformu çalışması içerisinde olduğunu ancak buna ömrünün yetmediğini yazdı. Sisteme yönelik eleştirileriyle tanınan eski Savcı Gültekin Avcı, Metropol Yayınları’ndan çıkan “Resmi İdeoloji Yangınları, Yargılanan Milletin Kabusları” isimli yeni kitabında çok tartışılacak iddialarda bulundu. Atatürk’ü çok iyi tanıyan Falih Rıfkı Atay’ın, “Atatürk sağ kalsaydı ibadet reformu olacağından şüphe yoktu” sözlerini hatırlatan Avcı, kitabında Atatürk döneminde ciddi manada ibadet reformunun planlandığını iddia ediyor.

ATATÜRK NASIL BİR REFORM PLANLIYORDU?

Atatürk’ün ömrü kifayet etmediği için yapılamayan din reformunda ilginç tekliflerin bulunduğunu aktaran Avcı, o teklifleri şu şekilde sıralıyor:

“Yeni bir Kur’an hazırlanacaktı. Türk Ceza Kanununa aykırı hükümlerin hazırlanacak yeni ‘Kur’an’ kitabına konmaması, bu yeni hazırlanacak Kur’an’da Atatürk’ün demeçlerinden bazı pasajlar yer alması, yine bu yeni Kur’an’da ahiret fikri adalet, Cennet fikri bu dünyada huzur ve saadet, cehennem fikri ise vicdan azabı ve ruhi huzursuzluk olarak tavsif edilmesi söz konusuydu.

Yeni Kur’an Türkçe olacak ve TDK tarafından basılacaktı. İbadetlerde bu yeni Kur’an okunmak durumundaydı. Dini ve bilimsel araştırma yapmak isteyenler içinse orijinal Kur’an serbest olacaktı. Farz, vacip ve sünnet tüm namazlar camide imamla beraber Türkçe kılınacaktı. Namaz rekâtları 8’i geçemeyecekti. Camilerde musiki aletleri bulundurulacaktı. Musıki asri ve enstrümantal olacaktı. Böyle devam edip gitmekteydi.”

(kaynak: 8 SUTUN)


Günümüzde ise dinler arası diyalog temsilciliğine soyunan malum grup, bu reformist hareketi devam ettirmektedir. Mesela, dinde reformun bir parçası olan “müziğin dine bulaştırılması” konusundaki önemli hizmetlerini görmek için aşağıdaki yazıyı inceleyebilirsiniz:

Çalgılı Mevlid Kandili ve Diyalogcu Medya

h1

Diyalogcu Zaman Gazetesi’nden “Fal Hizmeti” |Burçlar, Astroloji, Batıl inanç ve Hurafeler|

15 Mayıs, 2008

zaman gençlik zaman gazetesi gençlik eki diyalogcu zaman logo

diyalogcu zaman gazetesi gençlik eki fethullah gülen fetullah gülen astroloji fal eki hurafe himmet cemaat falcılık burç burç yorumları astrolog burçlar

Yıldız falı, kahve falı, el falı gibi her çeşit fal hurafedir.

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

“Falcının, büyücünün söylediklerine inanan, Kur’an-ı kerime inanmamış olur.” Taberani

“Fal baktıran, falcıya inanmasa bile, kırk gün namazı kabul olmaz.” Müslim

Cinci hocanın cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek caiz değildir. Çalınanları, kaybolanları bilirim diyen ve buna inanan da kâfir olur. “Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum” derse, yine kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allahu teâlâ, bir de onun vahiy ve ilham ettikleri bilir.

Cin, bu iki yoldan öğrendiğini haber verirse, “Bana falanca evliya bildirdi” derse küfür olmaz. Cinden arkadaş edinip, olmuş şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmek de caiz değildir. Çünkü cinlerin gördüğü şeyleri doğru anlatıp anlatmadığı bilinemez. Cincilere ve büyücülerin, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bazen doğru çıksa bile, Allah’tan başkasının her şeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfürdür.

Büyü öğrenmek de, öğretmek de haramdır. Müslümanları zarardan korumak için öğrenmek de haramdır. Hayırlı iş yapmak için de haram işlemek, büyü çözmek için büyü yapmak da caiz değildir. Büyü yaparken, küfre sebep olan bir şey yapmak küfürdür. Böyle olmazsa, büyük günahtır.

Hadis-i şerifte (Büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir) buyuruldu. (Bezzar)

Burçlara göre fal açmak da hurafedir. Her burçta doğan aynı karaktere sahip olsa, bütün dünyadaki insanlar burç sayısı kadar yani 12 karakterli olurlar. Aynı burçta doğan iki kişiden biri âlim, diğeri zalim, biri sert, öteki yumuşak olabilir. İnsanların karakterlerini burçlar tayin etmez.

Halk arasında, Zodyak (burçlar kuşağı) üzerinde yer alan 12 takımyıldıza “burçlar” adı verilir. Zodyak, gökyüzünde güneş ve başlıca gezegenlerin yolu üzerinde bulunduğu tasarlanan hayali bir kuşaktır. Burçlar kuşağı olarak da söylenir.

Güneşin burçlara karşı olan durumunun değişmesi yüzünden, bugün burçlardan hiçbiri kendi adıyla anılan bölgede bulunmamaktadır.

Bu yüzden 20. yüzyılda Güneş, 1 Ocak’ta Oğlak burcunda olmayıp Yay burcundadır. Bu nedenle de burçlarda doğanların belli bir karakter sahibi olduğu söylenemez.

Gazetelerdeki burç sayfalarını okumak caiz değildir.

* * *

Evet, burçlara göre karakter tahlili tamamen bir hurafedir.

Evet, burçlara göre günlük haftalık hadiseleri önceden haber vermek asla caiz değildir.

İslami bir kılıf kuşanmış bir gazetenin eki… Allah rızası için abone olanlara, Allah rızası için abone yaptıranlara sahip bir gazete…

Müslümanların “himmetleri” ile kurulmuş, Müslümanların “himmetleri” ile yaşayan gazete…

Dinimize hizmet(!) bayraktarlığı yapıyor….!!!!!!!!!!!

Toz kondurulmayan çok büyük “Gönül İnsanı’na” sahip……!!!!!!!!!!

Zaman Gazetesi-Gençlik Eki’nin Fal ve Hurafe “Hizmet”i Devam ediyor… Rezaletler zincirine yeni halkalar eklenmeye devam ediyor…

“Hizmet” den geri kalmayın…


* * *

Bakınız bu köşe, akrep burcu için ne demiş:

Sezgilerinizden ziyade mantığınıza itaat etmeniz gereken birtakım döngüler sarmalının içinden geçiyorsunuz. Bu demek değil ki daha çok para kazanacak ve daha çok harcayacaksınız. Sadece kötü günlerin bir süreliğine geride kaldığını söyleyebilirim.

Çok istifade(!) ettik…

“Himmet geceleri” düzenlensin, astroloji köşeleri artırılsın….!!!

Tek tek burçlar verilmiş, altına tarihleri yazılmış.
Bilmeyenlere bu hurafeler öğretilmiş.

Bir sömürü bir kandırmacadır, sürüp gidiyor. Karşıda aşkla bağlı bir güruh, ne denilirse yutuyor…

Yukardan emirler geliyor, böyle yapıyoruz, çünkü böyle böyle… Falan filan…

Papa, papaz kucaklıyorlar, “gizli müslüman” deniliyor.
Bir dedikodu, bir göz boyamacılık…
Herşeye bir kılıf bulma yarışı…

Ama güzel dinimizde net emirler var.
Kimler ne kadar sulandırmaya çalışırsa çalışsın, hakikate bağlı bir topluluk devamlı olacak.

Küfürse küfürdür, haramsa haramdır.

Hangi “gönül eri(!)” yaparsa yapsın.

h1

Müftülüğün Kadın Vaizlerinden Erkeklere Konser ve Diyalogcu Zaman Gazetesi Rezaleti

14 Mayıs, 2008

zaman gazetesi dinler arası diyalog kadın korosu müftülük haber rezalet

zaman kutlu doğum rezaleti dinler arası diyalog fitne fesat bidat bid\'at

tasavvuf ladın korosu işte rezalet haram dinler arası diyalog

kadınlar korosu başörtü dinde reform zaman dinler arası diyalog rezalet müslüman olarak utanıyorum

ZAMAN gazetesinde (internet, 18 Nisan 2008) okudum. Başlık şu: “Vâizelerden Kutlu Doğum Konseri”. Tafsilatı:

— İstanbul Müftülüğü Türk Tasavvuf Musikisi Kadınlar Korosu, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle özel bir konser vermiş. Koro elli kişilikmiş.

— Peygamber sevgisini ilahî ve kasidelerle anlatan kadın korosu izleyenler tarafından büyük ilgi görmüş. Konserde duygulu anlar yaşayan İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı, başörtülü bayanların konser vermesinin medya tarafından eleştirilmesinin çok yanlış olduğunu söylemiş.

— Çağrıcı, “Dininin buyruğu olarak giyinmiş başörtülü kadınların konser verdikleri için eleştirilmeleri çok büyük haksızlık…” diye konuşmuş. Müftülük kadınlar korosu, sınavla alınmış ve özel olarak yetiştirilmiş 50 vaize ve Kur’an öğreticisi kadından oluşuyormuş.

— Müftü Mustafa Çağrıcı, din ile sanatın ikiz kardeş gibi kabul edilmesi gerektiğini beyan etmiş. İstanbul’un ilk ve tek bayan müftü yardımcısı Kadriye Erdemli, müziğin İslâm’ın her alanında var olduğunu belirtmiş, Kadriye Erdemli, “Ezan zaten kendi başına müzikli bir tebliğdir” demiş.

– Kadriye hanımdan başka bir inci: “Yıllar boyu İslâm, müzikle gönüllere kazınmıştır.”

“…Yukarıda anlattığım hadiseyi Kitabullaha, Resulün sünnetine, fıkha, şeriata bağlı bir Müslüman olarak protesto ediyorum…’’

1. Başları örtülü de olsa vaizelerin ve kadın Kur’an öğretmenlerinin erkeklere konser vermeleri dinimiz tarafından yasaklanmış ve haram kılınmıştır.

2. İstanbul Müftülüğü 1400 yıllık İslâm tarihinde görülmemiş böyle bir bid’ate imza attığı için büyük bir günahı irtikab etmiş, korkunç bir “dinde yenilik ve dinde reform” kapısını açmıştır.

3. Bu yapılan Kur’an’a, Sünnete, icma-i ümmete, Şeriata, fıkha, ahlâk-ı islâmiyeye, tasavvufa ve tarikata aykırıdır.

4. Yakın tarihlerde, rakı içip demlenen bir Dede, kadın ve erkek semazenleri birlikte döndürmüştü.

5. Zaman gazetesini, bu haberi övücü bir üslupla verdiği için kınıyorum. Böyle bir şey dine uymaz.

6. Ankara Diyanet İşleri Başkanlığı bu bid’ati derhal önlemeli, erkeklere konser veren vaizeler ve Kur’an öğretmeni kadınlar korosunu dağıtmalıdır.

7. Bu hususu resimleriyle birlikte, İslâm dünyasının 25 ifta makamına (fetva veren ulemasına ve ulema heyetlerine) bildirerek fetva isteyeceğim.

Maneviyat din’in beli ve omurgasıdır, maneviyat ile müzik bir arada olmaz, dini müzik din’deki ilk tahribat aşamasıdır ve nefsin sarhoşluğuna zemin hazırlar.

8. “Ezan zaten kendi başına müzikli bir tebliğdir” sözü çok tartışılacak bir fikirdir. Ezan elbette güzel sesle ve nağmeli olarak okunacaktır ama o asla bildiğimiz müzik değildir.

9. Din ile sanatın ikiz kardeş gibi oldukları iddiası bir müftüye yakışmaz. Din asıldır., sanat onun topluma tarihe nakışı/işlemesidır. Bu ikiz kardeşliği kim çıkarttı? 1400 yıllık İslâm tarihinde böyle bir söz edilmiş midir?

10. İstanbul Müftülüğü hayırlı bir dinî hizmet yapmak istiyorsa, şehirdeki üç bin camiden günde beş kez güzel ezanlar okunması için çalışsın, ezan kursları açsın, müezzinlere ders verdirsin. Yine namazlarda kıraatin düzgün olması için çalışsın.

— Din, iman, şeriat elden gidiyor… Ülkede korkunç bir irtidat cereyanı var. Yüce dinimize her taraftan saldırılıyor. Fısk, fücur, bid’at, nifak, fitne, fesat, küfür, şirk almış yürümüş… Bunlarla gereği gibi mücadele edilmiyor. Onun yerine vaize ve Kur’an kursu kadın hocalarına müzik eşliğinde ilahî okutuluyor. Hem de erkeklere… Sanırım bu hareket de dinlerarası diyalog ideolojisinin zehirli meyvelerindendir.

Sevgili Peygamberimizin (salât ve selam olsun O’na) ruhaniyeti böyle şeylerden hoşnut olmaz.

Dindar Müslümanlar böyle dehşetli bid’at ve günahları protesto etmezler, üzerlerine vacip olan emr-i maruf ve nehy-i münker farizasını yerine getirmezlerse tokatlara hazır olsunlar.

h1

İslam Adaleti ve Vahşi Haçlı Zihniyeti

13 Mayıs, 2008

ırak ıraklı çocuk ırak işgali ırak savaşı ırak fotoğrafları savaş kan zulüm Very graphic image from Iraq

Dinler arası diyalogdan, hoşgörüden bahseden Hıristiyan devletler, geçmişte pek çok defa olduğu gibi bugün de, acımasızca Müslümanların üzerine saldırmakta, kadın, çocuk, sivil demeden önüne geleni katletmektedir. Geçmişte yaptıkları Haçlı zulümlerine bir yenisini daha ekleme zilletindedirler.

İnsanlık tarihi boyunca, zalim diktatörler, ellerini kana boyayıp, memleketlere hâkim olmuş, zulüm ile insanları inleterek, sömürerek, üstün silâhlar yapmış, dünyayı korkutmuş iseler de, çabuk yıkılmışlar ve tarih boyunca, la’netle anılmışlardır.

Örümcek yuvası gibi çabuk kurulan tuzakları, sabâh rüzgârı gibi hafîf bir kuvvetle uçmuş, insanlığa yarar bir şey bırakmamışlardır. Şimdi de, zulme dayanan devletler, ne kadar büyük ve kuvvetli görünseler de, elbette yıkılacak, zulüm pâyidâr olamayacaktır.

Böyle zalimler, bir anda parlayan kibrite benzer ki, etrafındaki saman, talaş gibi hafîf şeyleri tutuşturur, eli yakar, evleri harâb edebilir. Kendi ise, hemen söner, biter. Adâlete dayanan devletler ise, kaloriferlerin radyatörü gibidir. Radyatör, bir şeyi yakmaz, odaları ısıtarak, insanlara rahatlık verir. Sıcaklığı aşırı, zararlı değildir. Fakat ısı, enerji kaynağına mâliktir. İslâmiyet de, böyle faydalı bir enerji kaynağı olup, kendisine bağlanan fertleri, âileleri ve cemiyetleri besler, kuvvetlendirir. Böyle hareket eden devletler tarihte az da olsa vardır.

İslam tarihini inceleyenler bilir. Hz. Ömer on yıllık Halifeliği zamanında devrin iki süper devleti olan Bizans ve Sasani imparatorluğunun toprakları içinde bulunan Suriye, Filistin, Mısır, Irak ve İran’ı devletinin sınırları içine aldı. Kuzey Afrika’dan Türkistan’a, Azerbaycan’dan Yemen’e kadar uzanan iki milyon kilometre kareden büyük bir İslam Devletini kurdu ve mükemmel müesseselerle, gayet muntazam bir şekilde yönetti. Herkes can ve mal güvenliği içinde idi. Tahakkümleri zulme değil, adalete, merhamete dayanıyordu.

Rum İmparatoru Herakliyus’un büyük ordularını perişan eden İslâm askerlerinin başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri zafer kazandığı her şehirde tellallar dolaştırarak, Rumlara halîfe Hazret-i Ömer’in emirlerini bildirirdi:

“Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve halîfemiz Ömer’in emrine uyarak, bu şehri de aldık. Hepiniz ticâretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza, kimse dokunmayacaktır. İslâmiyetin adâleti aynen size de tatbîk edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışardan gelen düşmana karşı, Müslümanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, Müslümanlardan hayvan zekâtı ve uşur aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye dediğimiz vergiyi vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir.”

Cizye de rastgele alınmazdı. Fakîrlerden kırk, orta hallilerden seksen, zenginlerden yüz altmış gram gümüş veya bu değerde mal yahut tahıldır.

Kadınlardan, çocuklardan, hastalardan, yoksullardan, ihtiyârlardan ve din adamlarından cizye alınmazdı.

Humus Rumları, vergilerini seve seve getirip, Beytülmâl emîni Habîb bin Müslim’e teslîm ettiler. Bir müddet sonra, Herakliyus’un, bütün memleketinden asker toplayarak Antakya’ya hücûma hâzırlandığı haber alındı. Bunun üzerine, Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük’teki kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebû Ubeyde, şehirde tellallar dolaştırdı:

“Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeğe, sizi korumağa, söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, halîfeden aldığım emir üzerine, Herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz Beytülmâla gelip, vergilerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz defterimizde yazılıdır.”

Böyle bir olay dünyanın neresinde görülmüş? Sömürme, gelirlerine el koymayı bırakın, hiçbir zorlama olmadan, zorlamayı bırakın normal istek bile olmadan alınan paralar iâde ediliyor.

Hıristiyanlar, Müslümanların bu adâletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rûm İmparatorlarından çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar. Çoğu seve seve Müslüman oldu.

Hatta çoğu, kendi arzûları ile Rum ordularına karşı İslâm askerine câsusluk yaptılar. Ebû Ubeyde böylece, Herakliyus’un ordularının her hareketini günü gününe haber alırdı. Büyük Yermük zaferinde bu Rum câsuslarının büyük yardımı oldu. İslâm devletlerinin meydana gelmesi, yayılması, asla saldırmakla, öldürmekle olmadı.

İslam devletlerini ayakta tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet, îmân kuvveti idi ve İslâm dîninde çok kuvvetli bulunan adâlet, iyilik, doğruluk ve fedâkârlık kudreti idi. Bunu için zulümleri ile değil, adaletleri ile anılıyor. Bundan sonra da anılacak!..

h1

Risale-i Nur tahrif mi edildi? [Mason Abduh Said Nursi’nin Üstadı mı?]

8 Mayıs, 2008

said nursi

“Siz nasıl kalem karıştırırsınız!”

Mustafa Kaplan Bey, geçen haftaki bir yazısında “Risale-i Nurlara el atıldığını ve bazı değişiklikler yapıldığını” yazıyor ve haklı olarak sert bir şekilde de tenkit ediyordu.

Sakarya Üniversitesi hocalarından Sayın Dr. Alaaddin Yalçınkaya da Cemaleddin Efgani isimli eserinde bu değişikliklerden birine dikkat çekiyor. Alaaddin Bey’in ifadeleri şöyle:

“İttihad-ı İslâm (İslâm birliği) ve Cemaleddin Efgani ile alâkalı, Said Nursi’nin de bazı görüşleri vardır. Said Nursi şöyle demektedir:

“… Ben bu ittihadın efradındanım (bireylerindenim) ve bu ittihadın tezahürüne (meydana gelmesine) teşebbüs edenlerdenim. Yoksa, sebebi iftirak (ayrılık sebebi) olan fırkalardan değilim. Elhasıl: Sultan Selim’e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâm’daki fikrini kabul ettim. Zira o Kürtleri ikaz etti. Onlar da ona biat etti. Şimdiki Kürtler o zamanki Kürtlerdir. Bu meselede seleflerim (benden önce aynı düşüncede olanlar) Cemaleddin Efgani, Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, Ali Süavi, Hoca Tahsin Efendilerle Kemal Bey (Namık Kemal) ve Sultan Selim’dir.”

(Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Tenvir Neşriyat, 1987, İstanbul, Yedinci Cinayet.)

Alaaddin Yalçınkaya devam ediyor:

“Said Nursi’nin bu konudaki görüşleri, arada küçük olmakla beraber farklı yorumlara sebep olabilecek diğer bir kaynakta şöyle nakledilmektedir:

“İşte ben bu ittihadın efradındanım ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim. Elhasıl: Sultan Selim’e biat etmişim, onun ittihad-ı İslâm’daki fikrini kabul ettim. Zira o, vilayat-ı şarkıyeyi ikaz etti, onlar da ona biat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamandaki şarklılardır. Bu meselede seleflerim; Şeyh Cemaleddin Efgani, allamelerden Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, müfrit âlimlerden Ali Süavi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslâm’ı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki…

(Bediüzzaman Said Nursi, İki Mekteb-i Musibet’in Şehadetnamesi, Risale-i Nur Külliyatı’ndan, Aksi Seda Matbaası, Samsun, 1957, s 14-15)

Fark ortada. Birindeki “Kürt” kelimesi diğerinde “vilayat-ı şarkiye” olmuş. Bu durumda, insan “Yoksa Risale-i Nurlarda benzer şeyler yapıldı mı?” diye düşünmez mi? Demek ki, Mustafa Kaplan Bey feveranında yerden göğe kadar haklı…
Bir kelimenin değiştirilmesine bile bizzat Risale-i Nur’un yazarı şiddetle karşı. Bakın:
Mana daha güzelleşiyor diye Fihrist Risalesi’ne yapılan çok küçük bir ilaveye itiraz eden Said Nursi, şiddetli bir tokat aşkettikten sonra, “Titremeliydiniz. Ben dahi (Risale-i Nur’a) kalem karıştıramıyorum. Siz nasıl kalem karıştırırsınız!” demiştir. (ittihad.com.tr sitesindeki 14 sahifelik metnin 6. sahifesi. Aynı cümle Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de de mevcut.)

1996 veya 97’de Aksaray Akgün Otel’de Risale-i Nur toplantısı yapılmıştı. Galiba Filistin’den gelen hatipdi; konuşması içinde “Said Nursi, üstadlarım Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh, Ali Süavi diyor” dedi. Konuşmaları anında tercüme eden Suat Yıldırım Hoca, hatibin bu cümlesini tercüme etmedi. Arkasından, Suriyeli Ramazan el Buti konuştu. İşe bakın ki, bir önceki hatibin söylediğini o da söylemesin mi… Suat Hocamız, Buti’nin o cümlesini de es geçti. Bendeniz, tercümede bazı yerleri niçin atladığını yazıp kâğıdı masaya bıraktım. Suat Hocamız cevap vermek mecburiyetinde kaldı ve “Efendim biz polemik olmasını istemiyoruz” dedi. Hoca kendine göre bu iki ismi yani Abduh ve Cemaleddin Afgani’yi Said Nursi’nin üstadı olarak göstermek istemiyordu. İyi de, Said Nursi kendisi bu isimleri vermekten çekinmemişse bize ne oluyor!..

Sizin anlayacağınız değerli okuyucular, böyle şeylere şahit oldukça, Mustafa Bey’e bir defa daha ‘haklısın’ demekten kendimizi alıkoyamıyoruz.

16 Mart 2006 Perşembe
(Ali Eren, Vakit)

Ali Eren Bey’in ifade ettiği gibi; her ne kadar Suat Yıldırım polemik çıkmasın diye saklamaya çalışsa da Said Nursi’nin Masonluğu tescillenmiş sapık Abduh’un ve Cemalettin Efgani’nin izinden gittiğini çok iyi biliyoruz. Bu konu ile ilgili makaleleri de yayınlayacağız inşallah.

h1

Sapık papazları örtbas etme fonu

7 Mayıs, 2008

papaz kilise ortodoks rahip rahibe papa katolik hıristiyan sübyancı sapık adam

Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı Amerikan Rum Ortodoks kilisesinin bünyesindeki bazı papazların sübyancılık vakalarının “örtbas” edilmesi için 6 yılda 8.3 milyon dolar tazminat ödendiği açıklandı.

Haftalık “Thema” gazetesinin manşet haberine göre, Rum asıllı Amerikalıların Ortodoks kilisesi lideri Başpiskopos Dimitrios, cemaati içinde, “sübyancılık vakalarını örtbas etme” ve “çocukların velileriyle, tazminat ödeme yoluyla işi tatlıya bağlama” taktikleri nedeniyle yoğun eleştiri altında…

Buzdağının tepesi

Son yıllardaki sübyancılık vakalarından sadece 11 papazla ilgili olanlar kamuoyunca öğrenilebildi. Örtbas edilen vakaların sayısı bilinmiyor. “Amerikan Rum Ortodoks kilisesinde seksüel tacize uğrayanlara yardım” cemiyeti kurucusu Kathy Larson, “Ortodoks kiliselerinde sübyancılık vakaları çok, kamuoyuna duyurulanlar sadece buzdağının tepesini oluşturuyor. Failler Yunanistan’a kaçıyor. Yunanistan’da papazlık yapmayı sürdürmeleri olasılığı beni çok huzursuz ediyor” dedi.

72 yaşında yargıda

ABD’deki Rum Ortodoks toplumunu çalkalayan en son sübyancılık skandalı, 20 Mayıs’ta ABD adaletince incelenmeye başlanacak. Gazeteye göre, fail geçmişte 5 çocukla ilişkide bulunmuş, şimdi 72 yaşında olan papaz Nikolaos Katinas.
Başpiskopos Dimitrios’un yakını olan Nikolaos’un çocuklarla kilise içinde seks yaptığı belirtiliyor. Nikolaos Katinas’ın yargılanması sürecinde kilise hiyerarşisinin “örtbas çabaları” kanıtlanırsa, Dimitrios’un da suçlanması gündeme gelebilecek. Papaz Nikolaos şimdi Yunanistan’da yaşıyor.

h1

Maksatları dini tartışılır hale getirmek!

3 Mayıs, 2008

ünlü misyoner ve islam düşmanı Samuel M. Zwemer

Bir asırdan fazla zamandır, beyni dışarıda olan organizasyonlar ile İslamiyet ters yüz edilmek, her şey tersine çevrilmek isteniyor. Çok sinsi ve organize bir şekilde doğrular yanlış, yanlışlar doğru olarak empoze ediliyor. Düşünebiliyor musunuz, imandan sonra İslamiyet’in en önemli emri olan namazı bile, üç vakit mi beş vakit mi diye tartışılan bir ülke haline geldik. Tartışıldığına göre aksini savunanlar da var demektir. Nerede ise İslamiyet’in tartışılmadık bir tarafı kalmadı. Gayeleri yıkamasalar da, en azından, kafalara şüphe tohumu ekmek, tutmasa bile iz bırakmak.

Tartışılan konular, ekonomi, siyaset değil, dini konular. Ekonomiyi tartışmakla insanın imanına, dinine bir zarar gelmez. Fakat dini konuyu tartışmak böyle değil, birçoğu insanı dinden imandan eder. Dini hassasiyet, şuur azaldığı için çok kimse bunun farkında değil.

Yıllardır, ısrarla tartışma konusu yapılarak, sinsice yönlendirilen konuların bazıları şunlar:

“İslamiyet akıl mantık dinidir.” Hâlbuki İslamiyet vahiy dinidir; Cenab-ı Hakkın, Peygamber efendimize vahyettiği, bildirdiği bize de, Peygamber efendimizden, Eshabından ve İslam büyüklerinden nakledilerek gelen dindir. Bunun akla, mantığa uygunluğu tartışma konusu yapılamaz. Yapılırsa, ortaya atılan din değil, o kimsenin düşüncesi olur.

“Mezheblerin dinde yeri yoktur, mezheplere inanmayın!” Peygambersiz bir dinin tatbiki nasıl mümkün değilse, mezhepler olmadan da dinin tam olarak, yaşanması mümkün değildir. Zaten Peygamber efendimiz de, farklı ictihadların, mezheblerin rahmet olduğu bildirmişlerdir. Bunun içindir ki, asırlardır bunun hiçbir zaman tartışması yapılmamış, ilmi ne kadar yüksek olursa olsun her âlim, derecesi ne olursa olsun her evliya mutlaka dört mezhebden birine tabi olmuştur.

“Dininizi fıkıh kitaplarından değil, meallerden öğrenin!” Böyle söyleyenlere, şunu sormak lazım, anayasada, vergi ile ilgili sadece, herkes vergi vermekle mükelleftir, ifadesi var. Sadece bu maddeye göre vergi vermek mümkün mü? İşçi, memur, esnaf, iş adamı nasıl, ne oranda, ne zaman vergi verecek? Vergi kanunları, yönetmelikleri, genelgeleri olmadan bu mümkün mü? Bunun gibi, Kur’anı kerimde, namaz kılın, zekât verin emri bildirilmiş, bunu tatbik şekli, hadis-i şeriflerle ve bunların açıklaması olan fıkıh kitaplarında bildirilmiştir. Bunlar olmazsa namaz nasıl kılınacak, zekât nasıl verilecek? Dinin diğer bütün emirleri de böyledir?

“Kadın erkek eşittir, erkeğin üstünlüğü yoktur. Kadın toplumun her kesiminde yerini almalıdır.” Evet, erkek kadından üstün değildir, çünkü üstünlük takvadadır, dine uymadadır. Kadının erkeğe eşit olmadığı, naklen de ilmen de sabittir. Anatomik, fizik, ağırlık, güç bakımından eşit olmadığı ortadadır. Buradaki maksatları, eşitliğini öne sürerek, sözde kadının yanında görünerek, kadını sokağa çekmek; böylece aileyi sarsarak parçalamak ve manevi değerlerin sonraki nesillere geçmesine mani olmaktır. Kadının nazik, duygusal yapısı sokak mücadelesine uygun değildir. Onun bünyesi, ev işleri ve çocuk eğitimine yatkındır. Cenab-ı Hak onu öyle yaratmıştır. Başka işler için kadını zorlamak ona da cemiyete de zarar verir.

Her sene, temcid pilavı misali, Ramazan gelir oruç, zekât tartışması yapılır; Kurban Bayramı gelir, kurban tartışması yapılır; Hac mevsimi gelir, hac tartışması yapılır… Kandil gelir, kandilin tartışması yapılır. Bütün bunların, tesadüfen, organize olmadan yapılması mümkün mü?

Ülkemizde yaşayan dini azınlıklar, vahiy ile gelmemiş, hepsini kendileri uydurmuş dinlerini istedikleri gibi yaşarlar, kimse bunların yaptığını tartışmaz. Çünkü bunlarla ilgili hazırlanan sinsi program yok.

Bu tartışmaların gerçek sebebini zaten kendileri söylemişler yıllar önce. Misyonerlerin önde gelen isimlerinden Zwemer, 1930’ların başında Kudüs’te Zeytindağı’nda toplanan misyonerler kongresinde yaptığı konuşmada bakınız bu tartışmaların gerçek sebebini nasıl anlatıyor. :

“Sizin göreviniz, Müslümanların Hıristiyan yapılması değildir. Asıl göreviniz onları dinlerini sorgular, tartışılır hale getirmektir. Bu sağlanırsa gerisi kendiliğinden gelir. Bizim yapmak istediğimizi kendi kendilerine yaparlar.”

h1

Keşke Samimi Olabilseler!

2 Mayıs, 2008

diyanet dergisi dinler arası diyalog

Son zamanlarda, Vatikan, tarihte görülmemiş bir propaganda hamlesiyle Hıristiyanlığı tanıtma, yayma gayreti içine girdi. Dozaj çok artırıldığı için diyalog dengesi de bozuldu. Çünkü diyalog eşit şartlarda olursa istenilen fayda sağlanabilir. Bu propagandalardan zarar görmemek için tedbir almak, yapılmak istenileni anlamak zarureti hâsıl oldu. Diyanet Dergisi’ndeki bir yazı yapılmak istenileni çok güzel özetlediği için bu yazıyı okuyucularımın istifadesine sunmak istedim:

“İnsanlığın kurtuluşu için gönderilmiş olan İslâm Dini, kıyamete kadar sürecektir. Hak ve son din İslâm geldiğinde, daha önce gelen ve tahrif edilen diğer dinlerin hükümlerini kaldırmıştır. Çünkü İslâm dini bütün insanlığın yaratılışına uygun temel prensiplere sahiptir. Akılla ve ilmî gerçeklerle çelişmez. Bu dinin Peygamberi Hz. Muhammed de bütün insanlara örnek teşkil edecek bir özellikte yaratılmıştır.
Bu gerçeği göremeyen Roma Katolik Kilisesi, Avrupa’ya tamamen hakim olduktan sonra, önce dünyayı silah gücü ile Hıristiyanlaştırmaya çalıştı. Bu sebeple Haçlı seferleri düzenlendi. Haçlı orduları dalgalar halinde Müslüman ülkelerinin üzerine yürüdüler. Yapılan savaşlarla gayelerine erişemeyeceklerini anlayınca, Papa ve Hıristiyan hükümdarlar bu işi barış yolu ile ve tatlılıkla yapmaya karar verdiler. İşte bugünkü Vatikan’ın faaliyetlerinin temeli bu karara dayanır.

Tek gaye ve amaçları; Batı emperyalistlerinin emelleri önüne çekilmiş kalın duvar olan İslâmı yıkmak ve Müslümanları ezmek, Müslüman ruhunda İslâm inancını sarsmak ve onları Hıristiyanlaştırmaktır.

Bu gayelerine ulaşabilmek için de şu faaliyetlerde bulunuyorlar: İslâm karşıtı fikirleri yaymak. Müslüman çocuklarının sırf maddeci bir terbiyeyle yetiştirilmesini sağlamak ve onlar ile tarihleri arasına perde germek. İslâmı modern hayata ayak uyduramama gibi kusurlarla itham ederek fikrî hücuma geçmek ve modern hayatın mefhumlarını İslâm’dan üstün göstermek suretiyle Müslümanları dinlerinden ayırmaya zorlamak.

Bu fikirleri de yıllardan beri; barış, toplumsal ahenk, endüstriyel ilişkilerin insancıllaştırılması, ırkların özgürleştirilmesi, sınıf farklarının giderilmesi ve dinler arası diyalog, hoşgörü gibi evrensel insanî değerleri işliyorlar. Fakat hiç de samimi olmadıkları ortadadır. Keşke Hıristiyanlık, bu projelerinin ardında samimiyet besleseydi! Keşke yakın geçmişte Azerbaycan’da, diğer Türk Cumhuriyetlerinde, Bosna-Hersek’te, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde; günümüzde Kosova’da biçare Müslümanların acil birçok ihtiyacını gidermek karşılığında onların vicdanlarını satın almaya kalkan misyonerlere engel olsaydı!

Ülkemizdeki hassas konuları iyi bilmektedirler. Bu hassas konularda fırsatını düşürdükleri anda devreye girmektedirler. Misyonerler Türkiye’de dinî hayatın zayıflamasını fırsat bilip, bu boşluktan azami ölçüde yararlanmaktadırlar.
Her fırsatta soydaşlarımıza din değiştirmek karşılığında mâlî destek sağlayacaklarını vaat etmektedirler. Bunun manası; vicdanların para ile satın alınmaya çalışılması demektir.

Tolerans, sevgi, barış ve kardeşlik gibi süslü sloganlarla yola çıkanlar, aynı hoşgörüyü, toleransı; İslâm’a tanımadıktan ve düşmanlıklarından vazgeçmedikten sonra bunlara kim inanır?

Sonuç olarak Kur’an-ı kerimin ifadesiyle:

“Allah katında hak din İslâm’dır.”

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bu din asla kabul olunmaz ve o ahirette de büyük zarara uğrayanlardandır.”

Her şeyin gerçeğini en iyi bilen Yüce Allah olduğuna göre; O’nun orijinal kelâmı olan Kur’an-ı kerimin mesajına kulak vermekten başka insanlık için kurtuluş çaresi yoktur.

Bunun için; misyonerlik faaliyetleri başta olmak üzere ülkemizi, dinimizi ve milletimizi bölmeye yönelik her türlü yıkıcı faaliyet karşısında dikkatli olmak zorundayız. Bunlara karşı mücadele etmek için öncelikle yeni yetişen nesillerimizi bu cereyanlara karşı sağlam ve doyurucu bilgilerle teçhiz etmek durumundayız. Genç nesillerle beraber bütün ülke insanını millî ve manevî değerlerle donatmalıyız. Bu uyarılara kayıtsız kalındıktan sonra ortaya çıkan manzara karşısında hayıflanmanın faydası olmayacaktır. Her fırsatta gereken tedbirleri almak, bu vatanı bize emanet edenlere karşı bir vefa ve namus borcudur. Bu aynı zamanda her Müslümanın vazifesidir.”

(Hasan Yıldırım-Diyanet Dergisi, sayı 106)